Uluslararası Radikalizm Gözlemevi
+905534025560info@urad.com.tr06560, Söğütözü Cad. No:43 Ankara, Turkiye
28 Ocak 2024’te İstanbul’daki Sarıyer Santa Maria Kilisesi’nde maskeli saldırganlar bir kişiyi öldürdü. IŞİD’in resmi yayın ajansı olan Amaq Haber Ajansı, maskeli saldırganların eylemini IŞİD’ın üstlendiğini bildirdi. Amaq’ın bildirisi şöyle diyordu:
“Türkiye İstanbul’da Halife askerlerinin bir kiliseye düzenlediği saldırıda bir Hıristiyan’ın öldürülmesi, bir başkasının da yaralanması.” Türkiye wilaya: 16 Recep H. 1445 Pazar
Yüce Allah’ın lütfuyla, Hilafet askerlerinin gizli bir müfrezesi, İstanbul şehrinde Büyükdere mahallesindeki bir kilisede putperestlik ritüellerini sürdüren kâfir Hıristiyanların oluşturduğu bir toplantıya tabanca ile silahlı saldırı düzenledi. Bu, bir Hıristiyanın öldürülmesine ve en az bir kişinin de yaralanmasına neden oldu. Hamd ve şükür Allah’a mahsustur.
2017’yılından itibaren IŞİD Türkiye topraklarında ilk defa yeniden saldırı düzenlemişti. IŞİD 2017’ye kadar Türkiye’de 20 saldırı düzenleyerek 308 kişiyi öldürmüş ve 1.167 kişiyi de yaralamıştı. Ülkede bilinen son IŞİD saldırısı, Özbekistan vatandaşı Abdulkadir Masharipov’un 2017’nin yılbaşına birkaç dakika kala İstanbul’da gerçekleştirdiği Reina saldırasıydı. Bu saldırıda 39 kişi öldürülmüştü. Peki şimdi yıllar sonra IŞİD neden başını tekrar çıkartmıştı ya da çıkartmayı nasıl başarmıştı?
IŞİD’in Türkiye’deki saldırılarının birçoğunda yabancılar ve Orta Asya’dan gelenlerin aktif rol aldığını biliyoruz. 2024’teki saldırının faillerinin de birinin Tacik diğerinin Rus kökenli olması gözleri tekrar yabancı IŞİD’li savaşçılara çevirdi. Türkiye uzun süredir yabancı savaşçılarla da mücadele ediyor. Bu konudaki rakamlar da oldukça dikkat çekici.
Terörle Mücadele Daire Başkanlığı’nın yazdığı IŞİD Kitabında Göç İdaresi Genel Müdürlüğü verilerine göre 2021 Ekim ayı itibari ile terörizmle bağlantılı olmaları sebebiyle 8.556 yabancı uyruklu şahsın sınır dışı edildiği bilgisi yer alıyor.[1]
Göç İdaresi Genel Müdürlüğü verilerine göre 2021 Ekim ayı itibari ile terörizmle bağlantılı olmaları sebebiyle 103.418 yabancı uyruklu şahsa da Türkiye’ye giriş yasağı konulmuştur.
Bu tablolar bize Türkiye’nin yabancı savaşçılar ile başının ciddi belada olduğunu göstermektedir. Buna rağmen Türkiye, yabancı savaşçıların savaş bölgesine erişmemeleri için oldukça önemli bir mücadele yürütüyor. Fakat bu durum, tek başına Türkiye’nin üstesinden gelebileceği bir sorun olarak gözükmüyor. Kaynak ülkelerin bu yabancı savaşçıların ayrılmaması konusunda da bir şeyler yapması gerekiyor. Aynı zamanda Suriye ve Irak’ta toprak kaybından sonra çözülen ve ülkesine dönmek isteyen yabancı savaşçıların da ülkelerine kabulü konusunda ciddi sorunlarla karşılaşılıyor. Bu da Türkiye’nin yükünü artırıyor. Yine bu tabloda, özellikle Tacikistan’dan ciddi sayıda yabancı savaşçının Türkiye’ye gelmeye çalıştığını görebiliyoruz. İç İşleri Bakanı Ali Yerlikaya İstanbul’daki Santa Maria kilisesine saldıran faillerin yakalanması ile ilgili basın açıklanmasında 1 Haziran’dan bugüne IŞİD’e 1046 operasyon yapıldığını 2086 göz altı olduğunu, 529 Kişinin tutuklandığını, 404 kişinin ise adli kontrolle serbest bırakıldığını söyledi. Yakalananların ülkeleri hakkında açıklamada bulunmasa da biliyoruz ki bunların içinde de çok fazla yabancı uyruklu IŞİD’li var. IŞİD Türkiye’de en çok terörle mücadele kanunun boşluklarından faydalanıyor. Peki Türkiye’ye neden bu kadar çok IŞİD’li yabancı geliyor? Üstelik yakalanacaklarını bildikleri halde? Bunun cevabı aslında hukuk sistemimizde gizli. Maalesef silahlı bir saldırıya katılmadıysa terör suçlarından dolayı bir kişi terör örgütü üyeliği ya da propagandasından çok fazla yatmadan çıkabiliyor. Çıktığında da onu bekleyen süreç dışlanma değildir. Geniş bir sosyal yardım ağı onu beklemektedir. Türkiye’de IŞİD’liler de yabancı göçmen dayanışmasında çok rahat faydalanabiliyor. Kayıt dışı çalışabiliyor, destek ve yardım alıyor ve hayatını devam ettirebiliyor. Oysa, söz gelimi sınır dışı edilse, vatandaşı olduğu ülkeye geri gönderilse onu daha ağır cezalar bekler ama bunu tercih etmiyorlar. Kendi ülkelerine dönmektense Türkiye’de yakalanmayı tercih ediyorlar. IŞİD’liler için Terörle Mücadele yasalarımız ve göç politikamız kolaylaştırıcı bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Bu konuda yapılacak düzenlemeler de hem Avrupa Birliği hem de içerideki tartışmalara takılıyor.
Türkiye IŞİD Vilayeti mi Oldu?
Gelelim IŞİD haber ajansı Amaq’ın İstanbul saldırısı ile ilgili açıklamada kullandığı “Türkiye Vilayeti” meselesine. IŞİD, 2014’te Musul’da hilafet ilan ettikten sonra bir devlet gibi davranmaya, kendi kamusal alanını oluşturmaya başladı. IŞİD’i El Kaide’den ayıran en önemli fark da onun bir devlet gibi davranma özelliğidir. Bu yüzden de IŞİD, kendine ait bir bürokrasi inşa etti; resmi yazışmaları, mahkeme kayıtları ve vergilendirme gibi birçok evrakı düzenli olarak tutmaya başladı. Bir devlet gibi kurumsallaştı ve teşkilatlandı. Maliyesi, askeriyesi, sağlık sistemi, belediye hizmetleri ve para basıp vergi toplaması ile adeta devleti taklit etti. Vilayet sistemi de aslında bunlardan biri olarak karşımıza çıktı. İlk olarak El Anbar, Bağdat, Kuzey Bağdat, Güney Bağdat, Felluce, Ninova, Kerkük, Diyala, Selahaddin ve Fırat Vilayetleri oluşturulmuş; kurulan her bir vilayete bir emir/vali atanmış ve bu valilere bağlı divanlar ve mahkemeler kurulmuştur. Bu çerçevede, örgütün hâkimiyet kurduğu bölgelerde Divan-ül Jund (Asker Divanı), Divan-ül Emin (Emniyet Divanı), Divan-ül Şorta İslamiyye (İslami Polis Divanı), Divan-ül Hasbe (İç Nizam Divanı), Divan-ül Zekât (Zekât Divanı), Divan-ül Ziraa (Tarım Divanı), Divan-ül Hadamat (Belediye/İç Hizmetler Divanı), Divan-ül Iğlam (Basın-Yayın Divanı), Divan-ül Sahha (Sağlık Divanı), Divan-ül Dava El Mesacid (Dua ve Diyanet İşleri), Divan-ül İsnad (Destek Kuvvetleri) adı altında bakanlıklar kurulmuş ve emir sıfatıyla yöneticiler atanmıştır. Ayrıca, halk arasında meydana gelen anlaşmazlıkların çözümü için mahkemeler kurulmuş ve Kadı/Şeriler görevlendirilmiştir.
Görüldüğü üzere bu teşkilatlanma IŞİD için iki anlama geliyordu: Birincisi, devlet olduğunu gösterme; ikincisi de vilayeti olduğu bölgede teritoryal egemenliğini ilan etme. Bu yüzden, örgüt tarafından mahalli idarelere atanan sözde emirlerin/valilerin altında, merkezi yapılanmada olduğu gibi hiyerarşik bir sıralama oluşturulmuş; merkezi yönetimde olduğu gibi mahalli il ve ilçe yönetimlerinin altında da alt kadrolar teşkil edilmeye çalışılmıştır. Bu şekliyle, örgütün üst yönetim kadrosu ve vilayet yönetimi, birbiri ile aynı sistemle şekillendirilmiştir. Şehirler ve alt yerleşim birimlerinde kısmen kurgulanıp hayata geçirilmeye çalışılmıştır.
Her ne kadar IŞİD militanları 2014’ten bu yana Türkiye’de saldırılar planlayıp yürütüyor olsa da grubun resmi Türkiye “vilayeti” söylemine Nisan 2019'a kadar rastlamıyoruz. Biz bunu ilk defa IŞİD lideri Ebu Bekir el-Bağdadi’nin yer aldığı bir videoda gördük. Bu videoda kendisi, dünyanın çeşitli yerlerindeki IŞİD “vilayetlerinden” raporlar alırken gösterildi ve kendisine verilen dosyalardan birinde Türkiye Vilayeti yazıyordu. Peki bu tarihten itibaren biz Türkiye içinde IŞİD’in bölgesel bir alanda hakimiyet kurduğuna şahit olduk mu? Hayır, hatta Türkiye’de diğer vilayetlerdeki gibi kurumsal olarak örgütlendiğine dair ciddi bir delil de elde edemedik. Üstelik IŞİD’in Türkiye içinde birçok yazışması ve arşivleri de ele geçirilmişti.
Bununla birlikte, IŞİD’in Türkiye Vilayeti sorumlusu olarak bilinen bazı çok önemli isimlerin yakalandığını biliyoruz. Bunlar, örgütün Suriye ve Irak’taki kollarına bağlıydı. Bunların içinde en üst düzey yönetici olan Mustafa Dokumacı’dır. Dokumacılar denilen grubun da lideri olarak bilinmektedir. Örgütün belirlediği ilk Türkiye Vilayeti sorumlusunun Nusret Yılmaz isimli bir militan olduğu belirtiliyor. Sonra onun yerine Kasım Güler geldi. Bağdadi’nin elinde “Türkiye Vilayeti” dosyası tutarak video çekildiği dönemde muhtemelen vilayetten sorumlu olan kişi buydu. Güler yakalanınca yerini önce Suriye asıllı bir militan aldı, sonra da Şahap Variş onun yerine geçti. 20 Ağustos 2020 tarihinde yakalanan Mahmut Özden’in Türkiye emiri olduğu iddiası gündeme gelmişti. 2022’de Adana’da terör soruşturmasında tutuklanan İ.Ç., IŞİD’in Türkiye Emiri Mahmut Özden’den talimat aldığını ve örgütün Yamaçlı Grubu’nda faaliyet yürüttüğünü iddia etmişti. 2022 yılına kadar örgütün Türkiye Vilayeti sorumlusu olarak belirlenmiş isimlerin tamamı ya ölü ya da yakalanmış durumdadır. Elimizde yeni bir emirin atandığına ilişkin bir kanıt da yok. Ayrıca bu emirlerin diğer vilayetlerde olduğu gibi geniş bir örgütsel teşkilatları da bulunmuyor. Türkiye’de yalanan IŞİD valilerinin genelde 5-10 kişilik bir şura heyeti olduğu bilinmektedir. Bu grupların tümü de Suriye’ye bağlı olarak görev yürütmektedirler. IŞİD Suriye’de etkisini yitirdikçe, bu grupların Türkiye’deki etkileri de ciddi anlamda sınırlanmaktadır. Ayrıca Türkiye içinde IŞİD’e yönelik sürekli yapılan operasyonlar, onların ciddi kan kaybetmesine yol açmış gözüküyor.
Vilayet’ten Tabura
Bu nedenle IŞİD, zorunlu olarak Vilayet’ten Tabura geçmek zorunda kalmıştır. Elbette bu durum, IŞİD’in Türkiye için bir tehdit olmasını engellemiyor. 3 Ocak 2024 tarihinde Türkiye’deki kilise ve sinagoglara saldırı hazırlığındayken MIT ve emniyet ekiplerince düzenlenen operasyonla çökertilen IŞİD hücresi hakkındaki bilgiler gözlerden kaçmış olabilir. İstanbul, Ankara, Balıkesir, Bolu, Düzce, Kırşehir, Konya, Sakarya ve Samsun’da eş zamanlı operasyonla Irak, Suriye ve Fas uyruklu 32 şüpheli yakalanmıştı. Aralarında hücrenin kilit isimleri arasında gösterilen “Abu Yakin El-İraki” kod adlı Michel El-Suveyhi, “Ebu Leys” kod adlı Muhammed Hilaf İbrahim Ibrahim ve “Abdullah El-Cumeyli” kod adlı Iyheb El-Ani’nin de bulunduğu 26 şüpheli tutuklandı.
Söz konusu hücre üyeleri ile diğer IŞİD üyelerinin, “Selman-i Farisi Taburu” adıyla Türkiye’de faaliyet gösterdiği tespit edildi. Ayrıca, Türkiye’deki kilise ve sinagoglara saldırı hazırlığındaki DEAS şüphelerinin keşif ve gözetleme görüntüleri ortaya çıktı. Bu durum da bize gösteriyor ki IŞİD 2017’de Suriye’de toprak kaybettikten sonra önce kendi içinde Vilayet yapısında değişime gitmiştir. Daha sonra da 15.06.2021’de Kasım Güler’in yakalanması sonrası Türkiye içinde eleman temininde sıkıntı yaşayınca Türkiye içinde değişime gitmek zorunda kalmıştır. Örgüt, Türkiye içinde sürekli operasyon yemesi nedeniyle 2022 yılından itibaren Tabur seviyesine indirilmiştir. 2024’te yakalanan Selman-i Farisi Taburu da bu değişimin bir kanıtı olarak kabul edilmelidir.
Burada belki ortaya konması gereken bir diğer sorun da Türkiye’de yakalanan çok sayıda Orta Asya kökenli, Tacik IŞİD’linin Afganistan IŞİD’i ile bir bağının olup olmadığıdır. Türkiye acaba Afganistan IŞİD’inin saldırı dalgası içinde mi yer alıyor?
Afganistan IŞİD’i (ISKP) Türkiye’de Yapılanıyor mu?
2014 yılında Tahrik-i Taliban Pakistan’a (TTP) bağlı birçok grup İslam Devleti’ne ve onun lideri Ebu Bekir el Bağdadi’ye bağlılık sözü verdi. Horasan Vilayetinde İslam Devleti’ni oluşturmak için birleştiler. Bu birleşmenin sonucunda ortaya çıkan organizasyona Horasan Vilayeti denildi ve bu yapı IŞİD’in ilk lideri Ebu Bekir Bağdadi’ye bağlı olduğunu açıkladı. Grup, IŞİD’in Orta Asya, Çin, İran, Hint Yarımadası ve Güneydoğu Asya’nın bazı kısımlarını kapsayan “Horasan Eyaleti” adıyla etkinlik kurmaya çalıştı. Örgüt uzun süre Taliban’ın gölgesinde kaldı. ABD’nin Afganistan’dan çekilmesinden sonra 2021-2022 yıllarında örgüt tekrar adını duyurmaya başladı.
Örgüt bundan sonra tüm dünyada İslam Devleti’nin Horasan Eyaleti (ISKP) olarak anılmaya başlandı. Horasan ismi özel olarak seçilmişti. Horasan ismi Eski Farsça’da hur (güneş) ve âsân (âyân “gelen, doğan”) kelimelerinden meydana gelmiştir ve “güneşin doğduğu yer, güneş ülkesi; doğu bölgesi” anlamını taşımaktadır. Horasan tarihte İran’ın kuzeydoğusunda yer alan çok geniş bir coğrafî bölgenin adı idi. Günümüzde bölgenin toprakları Türkmenistan, Belh ve Herat yöresi itibari ile Afganistan, bu toprakların kalan kısmı da İran sınırları içinde bulunmaktadır. İslam tarihindeki apokaliptik rivayetlerde Horasan’ın özel bir yeri vardır. Bir rivayete göre, Mehdinin ordusu siyah bayraklarla Horasan bölgesinden çıkacaktır. Bu rivayetlerin merkezinde Horasan, Buhara, Semerkand gibi Türkistan coğrafyasından çıkacak siyah bayraklı bir ordunun Mekke ve Medine’yi, hatta İstanbul’u fethedeceği inancı yer alır. IŞİD’in Horasan adını kullanmasında, bu apokaliptik rivayetlerin önemli bir yeri vardır. Dolayısıyla, Horasan ismi bölgedeki Müslümanlar arasında örgüte katılımı artıracak önemli bir psikolojik motivasyon kaynağı olarak görülebilir. Bu nedenle, ISKP yani İslam Devleti'nin Horasan Eyaleti şeklindeki kullanımı yerine, Afganistan İslam Devleti (IS-A) şeklinde kullanmak, IŞİD’in motivasyonunu kırmak için daha doğru olacaktır. Fakat, bu metinde her ikisini birlikte kullanmayı tercih edeceğiz.
IS-A (ISKP) ABD bölgeden çekildikten sonra etkinliğini artırdı ve Afganistan ile komşu ülkelerde kanlı eylemler gerçekleştirdi. Hatta Taliban’ın güçlenmesiyle hareket alanı kısıtlanan Afganistan’daki bazı radikal Selefi Özbek ve Uygur gruplar da destek vermeye başladılar. Bu nedenle örgüte Orta Asya’dan katılımlar arttı. Orta Asyalı gençlerin IŞİD saflarına katılma eğilimlerinin nedenlerini doğru anlamak gerekiyor. Özellikle Taciklerin iş bulmak amacıyla dışarıya göçü, ülkede istihdam ve yeterli ücretlerin bulunmamasına bağlıdır. Ayrıca Tacik silahlı kuvvetlerinde askere alınan gençlere yönelik ağır baskılar olması da her yıl askerliğe hak kazanan binlerce gencin bu ülkeden kaçmasına neden olmaktadır. Tacikistan’da din eğitimi konusundaki baskılar da insanları arayışa yönlendirmekte ve Selefi gruplara gitmeyi teşvik etmektedir. Bu durumlar, ülkedeki gençlerin büyük çoğunluğunu ya dini yaşamak ya da ekonomik nedenlerle göçe zorlamaktadır.
Fakat dini motivasyonla IŞİD’e katılmak isteyen kişiler, kendi devletlerinin güvenlik güçlerinin yoğun baskısı nedeniyle doğrudan Afganistan’a gidemediğinden, önce Rusya üzerinden Batı’ya, buradan bir şekilde İran’a ulaşıp karayoluyla Afganistan’daki Horasan Vilayetine katılmaya başladılar. Afganistan’a varamayanların bir kısmı, örgütün doğrudan talimatı ve desteğiyle Batı’da terör eylemleri gerçekleştirmeye kalktı. Örneğin, 2023’te Hollanda ve Almanya’da Orta Asya kökenli bazı militanlar, IS-A (ISKP) adına terör eylemleri gerçekleştirmeden önce tutuklandılar. Hem Almanya'da hem de Hollanda'da, IS-A (ISKP) ile bağlantısı olan Orta Asyalılardan oluşan ulusötesi bir ağ ortaya çıkarıldı.
IS-A (ISKP), ABD Afganistan’dan çekildikten sonra Taliban’ı Çin ve ABD’ye yakınlaşmakla suçlayarak İslam’ın tek temsilcisi kendisi olduğu üzerinden bir kampanya yürütmeye başladı. Bunu yaparken iki yönlü bir strateji izledi. Bu stratejilerden ilki Taliban’ın Haçlılara karşı savaştan çekilmesiyle oluşan boşluğu dolduracak bir kampanya yürütmesi oldu. Bunu da diğer IŞİD vilayetlerinden farklı olarak Arapça, İngilizce, Farsça, Peştuca, Tacikçe, Urduca ve Özbekçe içerik üreten el-Azaim medya vakfı aracılığıyla bağımsız bir medya mimarisi geliştirdi. Bu içerik, Taliban’ın yanı sıra çevre ülkelerden Hindistan, İran, Çin, Türkiye gibi çok farklı hedeflere odaklanıyor ve onlara yönelik sert bir söylem geliştiriyordu. Çin, Hindistan, Pakistan, İran, Rusya ve çeşitli Orta Asya hükümetlerinin, memnun olmayan bireyleri işe almak için ulusal veya etnik temaları kapsamlı ideolojik anlatılara dönüştürme konusunda oldukça etkili bir medya stratejisi yürüttüğü görülüyor. Şu ana kadar bu propaganda çabaları, ISK’nın mesajını yayma ve farklı milletlerden savaşçıları çekme konusunda başarı elde etmiş görünüyor.
İkinci yön yurt dışına yönelik saldırıları planlamak ve yürütmekten oluşuyordu. Ağırlık merkezi Taliban, Pakistan ve Hindistan olsa da Horasan IŞİD’inin küresel düzeyde oldukça geniş bir eylem ağı oluştu.[2]
Buna ek olarak, örgütün Hindistan (3), İran (4), Almanya (3), Maldivler (1), Katar (1) ve Türkiye’de (3) en az on eylemi kolluk kuvvetleri tarafından engellendi. IŞİD’in ağırlık merkezi Suriye’den Horasan’a kaymıştı ve Horasan Vilayeti küresel ölçekte bir yayılım göstermeye başlamıştı. Buradaki temel sorun şuydu: Küresel ölçekli eylemler Horasan Vilayeti tarafından hiyerarşik biçimde mi yönetiliyordu, yoksa IS-A (ISKP)’nın yayınlarında söylediği gibi ‘elinizdeki her fırsatla saldırın’ emrini yerine getiren bağımsız olarak hareket eden hücreler tarafından mı yapılıyordu? Bunun diğer ülkelerdeki durumunu tahmin etmek zor çünkü elimizde yeteri kadar kanıt bulunmuyor. Ama Türkiye’deki Horasan Vilayeti’ne bağlı eylemler hakkında bir akıl yürütebiliriz.
Biz Türkiye’de Horasan Koluna ilişkin operasyonları 2023 tarihinden itibaren duymaya başladık. Bunların muhtemelen ilki, 07.01.2023 tarihinde Anadolu Ajansı’nın verdiği, Afganistan yapılanmasıyla bağlantılı olan, ev yapımı patlayıcılar uzmanı olarak nitelendirilen ve bu alanda eğitim veren Abu Maymuna kod isimli yabancı uyruklu K.Z.I’nin tutuklanmasıydı.
İkinci olarak Şubat 2023’de tutuklanan Abdulmusaır Gulboev yakalandığında yine Horasan Vilayetini duymuştuk. Basına düşen ifadesine göre, IŞİD’in Afganistan’daki yapılanmasına Türkiye üzerinden eleman temin etmekle görevli olduğunu söylemişti. Abdulmusaır Gulboev’in IŞİD’ın sözde Horasan Vilayeti (ISKP) ve sözde Mâverâünnehir/Transoxiana Vilayeti’nin Türkiye’deki sorumlusunun olduğu belirlenmişti. Anlaşılan, Türkiye’de bir eylemden daha çok kontrollü bölgeye savaşçı taşımakla ilgileniyorlardı.
IŞİD’ın Horasan kolu özellikle 2023 yılının ortalarından itibaren çıkardığı Voice of Khurasan adlı süreli yayında sürekli Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ve Türkiye’yi hedef göstermeye başladı.
Erdoğan’ın Türkiye’deki seçimden zaferle çıkması sonrası yayınlanan sayısında Erdoğan’ın seçim zaferine geniş yer ayırdı. Voice of Khorasan’da Türkiye ile ilgili tehditler başladığında Haziran 2023’te Türkiye’de, Tacik uyruklu Şamil Hukumatov’u (Ebu Miskin kod adıyla) IS-A (ISKP)’sine savaşçı toplamak ve finansal destek olmak suçlamasıyla tutuklanmıştı.[3] Blockchain istihbarat platformu, TRM Labs, IŞİD’in kripto para üzerinden Tacikistan, Pakistan, Afganistan ve Endonezya’daki büyük bir ağı yönettiğini belirtti.[4] TRM'nin iddiasına göre bu fonlar, Suriye kamplarında tutulan IŞİD üyelerinin serbest bırakılması için kullanıldı. Dolayısıyla Horasan ağı daha çok eleman temini ve finansal çalışmalar yürütüyordu ve muhtemelen bunların güvenli bir şekilde yürütülmesi için de çatışmadan uzak duruyorlardı.
28 Ocak 2024’te İstanbul’daki Sarıyer Santa Maria Kilisesi’nde maskeli saldırganlar bize Türkiye’de Horasan Vilayetine bağlı bir hücrenin Türkiye’de eylem yapma kapasitesini yeniden gösterdi. Her ne kadar eylemde silah temini konusunda ciddi acemilikler bulunsa da IŞİD’e yönelik operasyonlara rağmen lojistik ve geniş ağın Türkiye’de canlı kalabildiğini ve eylem yapabileceğini gösterdi.
Gelecekte Türkiye’yi Ne Bekliyor?
Horasan Vilayetine bağlı hücreler Türkiye’yi doğrudan eylem alanı olarak mı görecek yoksa geçiş yolu üzerinde Kur’an yakma, Gazze gibi artan motivasyonlardan etkilenerek eylem kararı mı alacaklar? Şimdilik bu sorunun cevabını vermek için oldukça erken. Ancak Kur’an yakma eylemlerinin ve Gazze meselesinin radikalleşmeyi artırdığı ve IŞİD’e katılım için Türkiye’de bulunan yabancıları eylem için motive ettiği de bir gerçek. Kur’an yakma konusundaki eylemlerin Türkiye’de büyükelçiliklere yönelik saldırıyı motive ettiğini bizatihi yaşadık. Dolayısıyla Batı’da İslam’ın kutsallarına yönelik saldırıların, bizim serseri radikalleşme olarak adlandırdığımız süreci tetikleyeceği bir gerçektir.
Ayrıca, Horasan Kolu ile Suriye arasındaki ilişkiyi de unutmamak lazım. IŞİD Suriye’deki kamplarda tutulan Mücahitlerin emaneti olarak gördüğü kadın ve çocukların kurtarılarak cihat bölgelerine götürülmesine özel önem verdiği bu konuda sürekli kampanyalar yürüttüğü bilinmektedir. Türkiye bu açıdan da Horasan Vilayeti için önemli bir kavşak olarak görülmektedir. Bu yüzden Türkiye’nin bir eylem sahası olarak görülmesinin bu kamplardaki kadınların ve çocukların geçişini de tehlikeye atacaktır. Önümüzdeki günler IS-A (ISKP)’nin etkisini daha net test edeceğimiz günler olacaktır. Fakat, özellikle Türkiye’deki göçmen stoğunun genişliği, gettolaşmalar, kontrolsüz göç gibi sorunlar IŞİD için oldukça kolaylaştırıcı sosyal yapılar olarak görülmelidir. IŞİD’liler göz altına alınsalar bile birçok yoldan ve göçmen politikasını kullanarak içeride kalmayı başarıyorlar ve eleman temin etmek için uygun ortam bulabiliyorlar. 7 Ekim sonrası sürecin IŞİD’e yeni fırsatlar sunduğu da göz ardı edilmemelidir. IŞİD artık Batılı hedeflere saldırı konusunda daha fazla motivasyona sahiptir. Artan Yahudi ve Batı karşıtlığı ile bu konuda eleman temini de düne göre daha kolaylaşmıştır.
IS-A (ISKP)’nin uluslararası saldırı planlama yeteneklerini genişlettiği ve dünyanın birçok bölgesinden savaşçıyı işe alma kapasitesini artırdığını unutmamak gerekir. Bu kampların Suriye’deki kontrolsüz bölgelerle bağını da bilmiyoruz ama örgütün resmi yayınları incelendiğinde Azerbaycan, Bangladeş, Çin, Fransa, Hindistan, İran, Irak, Kazakistan, Maldivler, Filipinler, Rusya, Tacikistan, Türkiye ve Özbekistan’dan cihat yolcularına ev sahipliği yaptığı ortaya çıkıyor. Bu da sürekli bir ağın hareket ettiğini ve bu ağların Türkiye içinden de geçtiğini göstermektedir. Bu açıdan IS-A (ISKP)’nin güçlenmesinin Türkiye’nin risklerini artırdığını görmek daha doğru olur. Bu konuda belki de tek tesellimiz, IŞİD’e yönelik Türk emniyet güçleri ve istihbaratın operasyonları sayesinde IŞİD’in artık ciddi bir silah ve patlayıcı temin etme kapasitesinin azalmasıdır. İstanbul’daki Sarıyer Santa Maria Kilisesi’nde faillerin kuru sıkı bir tabancayı silaha dönüştürüp kullanması da bunu göstermektedir. Bu açıdan failler eylemi acele, hızlı ve acemice yapmak zorunda kalmıştır. Bundan sonra da saldırıların basit yöntemlerle ve bireysel eylemler şeklinde olacağını tahmin edebiliriz. Fakat Türkiye’deki göç ve düzensiz göç stoğunun IŞİD ile mücadelede ciddi bir risk oluşturduğunu da kabul etmeliyiz.
Kaynakça
1) Daesh Terrorıst Organızatıon, Publised bu Ministry of Interior of The Republic of Türkiye General Directorate of Turkish National Police Department of Counter Terrorism, Ankara, 2022, s. s. 150
2) Washington Institute - ISKP Goes Global: External Operations Afghanistan
4) https://tr.cointelegraph.com/news/evidence-crypto-usage-isis-trm-labs.
Prof. Dr.
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. 2001 yılında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kelam Anabilim dalında doktorasını tamamladı. 2002-2003 yılları arasında Kırgızistan OŞ Devlet Üniversitesi’nde çalıştı. 2009 yılında doçent oldu. 2014 Yılında Hitit Üniversitesi Kelam ABD Profesör olarak ... [Profili gör]
Latife Sümeyye Uslu Cönger
25/12/2024
Özcan Güngör
02/12/2024
Hilmi Demir
01/12/2024
Hilmi Demir
08/11/2024
Özcan Güngör
27/09/2024