Uluslararası Radikalizm Gözlemevi
06560, Söğütözü Cad. No:43 Ankara, Turkiye
Azerbaycan, 1991’de bağımsızlığını kazandıktan sonra, bir yandan devlet inşası ve ekonomik modernizasyonla uğraşırken diğer yandan Güney Kafkasya’nın kırılgan güç dengelerinde konumunu sağlamlaştırmaya çalıştı. Enerji kaynaklarına dayalı kalkınma stratejisi, Hazar geçişli ulaştırma hatları ve Türkiye ile kurulan “tek millet, iki devlet” ekseni, Bakü’yü bölgesel oyunun merkezinde konumlandırdı.
Ne var ki son birkaç yıldır hızlanan bölgesel yeniden diziliş, Azerbaycan’ı yoğun bir algı savaşının hedefi hâline getirdi. Sosyal medyada üretilen ve dolaşıma sokulan içerikler, Azerbaycan’ı çoğu kez ideolojik bir kalıba sıkıştırarak, onun çok boyutlu dış politikasını tek eksenli bir “suçlama çerçevesine” indirgemeye başladı. Özellikle 7 Ekim sonrası Gazze’de yaşanan vahşet ve soykırım karşısında hiçbir şey yapmayan uluslararası bir sistem karşısında vicdanlarımız yara aldı. Bu travmayı fırsata çevirmek isteyen bazı çevreler Gazze’nin tüm suçlusu Azerbaycanmış gibi her fırsatta sosyal medyada Azerbaycan’a karşı bir dezenformasyon savaşı yürütmeye başladılar.
Bu yazı, “Azerbaycan’a kim, neden saldırıyor?” sorusunu; (i) saldırının kaynağı ve jeopolitik motivasyonları, (ii) Karabağ sonrası ortaya çıkan yeni denge, (iii) saldırının jeopolitik hedefleri ve iç güvenlik kaygıları, (iv) KKTC kartı ve kapsamın genişlemesi, (v) Arap ülkeleri yerine neden Azerbaycan’ın hedef seçildiği; ve (vi) sonuçlar ve karşı-stratejiler çerçevesinde, akademik-analitik bir dille incelemeyi amaçlıyor.
1. Ağ Merkezleri ve Mesaj Mimarisinin Niteliği
Sosyal Medya Ağ Analizi (SMNA) bulguları, Azerbaycan karşıtı söylemin İran yanlısı, radikal İslamcı ve Hizbullahçı çizgide kümelenmiş hesaplar tarafından omurgalandığını gösteriyor. Bu ağlar, birkaç özellik nedeniyle yüksek etki üretiyor:
2. Jeopolitik Motivasyonların Çekirdeği
Söz konusu ağların motivasyonu, Filistin’i savunmak gibi görünen bir yüzey anlatısının ötesinde, İran’ın stratejik kaygılarını hafifletmek ve Türkiye–Azerbaycan yakınlaşmasını aşındırmak ve yükselen Türk dünyası jeopolitiğini baskılamak olarak gözüküyor. Bu nedenle kampanyalar, hibrit çatışma literatüründe vekalet savaşı (proxy warfare) ve bilişsel/algısal operasyonları başlığı altında kavramsallaştırılabilecek bir profile sahiptir. Kısacası, ideolojik bir maske ile jeopolitik hedefler aynı operasyonel pakette sunulmaktadır.
3. Karabağ Sonrası Yeni Denge: Askerî Modernizasyonun Siyasî Yansımaları
2020’deki zafer, Azerbaycan’ın yalnızca toprak egemenliğini yeniden tesis etmesi değil; aynı zamanda doktrinel dönüşüm, komuta-kontrol, keşif-gözetleme-istihbarat (ISR) entegrasyonu ve müşterek harekât gibi alanlarda gerçekleştirdiği askerî modernleşmenin görünür hâle gelmesidir. Bu modernleşme, Türkiye ile eğitim, tatbikat ve kurumsal kapasite eşgüdümünün sonucu olarak, Azerbaycan’ı bölgesel caydırıcılığı yüksek bir aktöre dönüştürdü. Buradaki kritik nokta, modernleşmenin simge platformların çok ötesine geçip, örgütsel öğrenme ve operasyonel esneklik üretmesidir.
İran’ın bakış açısından bu tablo, kuzey sınırında Batı sistemlerine daha uyumlu, Türkiye ile entegre bir güvenlik mimarisinin belirdiği anlamına geliyor. Bu nedenle sahada güçlenen Azerbaycan’ı söylem alanında kuşatmak, maliyeti düşük ama etkisi yüksek bir karşı-önlem olarak devreye alınıyor. Sosyal medya saldırıları tam da bu stratejik bağlama oturuyor: sahadaki dengenin ideolojik zemin üzerinden tersine çevrilmesi çabası.
4. Saldırının Jeopolitik Hedefleri ve İç Güvenlik Kaygıları
1) Türkiye–Azerbaycan “Kuşatma” Algısını Kırma Girişimi
İran’ın stratejik haritasında Azerbaycan, Kafkasya-Hazar-Orta Asya üçgeninde Türk dünyası entegrasyonunun “kilit taşı” olarak algılanıyor. Türkiye ile artan askeri eşgüdüm ve kurumsal yakınlaşma, İran planlamasında “kuzeyde çevrelenme” riskini çağrıştırıyor. Bilfiil çatışma yerine algı savaşına öncelik verilmesinin nedeni de bu: jeopolitik gerçekliği, ahlaki/ideolojik etiketler aracılığıyla tartışmalı hâle getirmek; böylece Türk kamuoyunda meşruiyet aşınması yaratmak. Amaç, Ankara ile Bakü arasındaki stratejik uyumu kırmak değilse bile zayıflatmak, en azından karar alma çevrimlerini yavaşlatmak. İran’ın Türkiye içinde güçlü lobisi ve kültürel ağları bu iş için özellikle harekete geçirilmektedir.
Bu bağlamda kampanyalarda üç teknik öne çıkıyor:
2) Yükselen Türk Milliyetçiliği ve Radikal Selefi–Ümmetçi Çevrelerin Endişeleri
Son yıllarda Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) etrafında gelişen işbirliği süreçleri yalnızca kurumsal düzeyde değil, aynı zamanda kimlik ve aidiyet temelinde de yeni bir dalga doğurmuştur. Özellikle Azerbaycan’ın Karabağ zaferi sonrasında görünürlüğü artan Türk milliyetçiliği, bölgesel düzeyde özgüvenli, kültürel ve siyasi ağlarla desteklenen bir kimlik inşası süreci olarak öne çıkmaktadır. Bu durum, yalnızca Kafkasya ve Orta Asya’daki Türk topluluklarında değil; Türkiye kamuoyunda da “Türk Dünyası” fikrini daha somut ve cazip hale getirmiştir.
Bu yükseliş, radikal Selefi-İslamcı ve nasyonalist ümmetçi çevrelerde farklı bir tür rahatsızlık yaratmaktadır. Çünkü bu gruplar açısından “ümmet” kimliği, siyasî öncelikleri belirleyen tek meşru zemin olarak görülür. Türk milliyetçiliğinin yükselişi ise, ümmetçi bütünlüğü gölgeleyen, bölgesel bir kimlik ekseni olarak algılanmaktadır. Bu nedenle yükselen Türk milliyetçiliği, onların söyleminde çoğu kez “ırkçı”, “ayrıştırıcı” ya da “ümmeti bölen” bir hareket gibi etiketlenmektedir.
Söylemsel düzeyde kullanılan teknikler dikkat çekicidir:
Böylece mesele, yalnızca jeopolitik rekabet değil, aynı zamanda kimlik çatışması boyutuna taşınmaktadır. Radikal Selefi ve ümmetçi nasyonalist gruplar, Türk milliyetçiliğini “ümmetçi evrenin dışında” konumlandırarak, toplumsal mobilizasyon ihtimalini en baştan itibarsızlaştırmak istemektedir.
3) Zengezur Koridoru’nu Sabotaj: Koridorların Jeopolitiği
Zengezur Koridoru, yalnızca Azerbaycan-Nahçıvan kara bağlantısı değil; Hazar’dan Anadolu’ya, oradan Avrupa’ya uzanan çok katmanlı bir tedarik-ulaştırma zincirinin eksik halkasıdır. Koridorun fiilen açılması, Türkiye–Azerbaycan–Orta Asya eksenini Doğu-Batı lojistiğinde daha görünür kılacak; İran’ın Ermenistan üzerinden Kafkasya’ya erişimindeki kaldıraç etkisini düşürecektir. Bu nedenle koridor söyleminin kriminalize edilmesi, kampanyaların sabit başlıklarından biridir:
Neticede Zengezur üzerinden yürütülen söylem, lojistik gerçekliği gölgelemek ve ekonomik rasyonaliteyi ahlaki/ideolojik tartışmalar içinde boğmak amacına yöneliktir.
4) KKTC Kartı: Kapsamın Doğu Akdeniz’e Doğru Genişlemesi
Azerbaycan’ın KKTC’ye kapı açan tutumları ve TDT platformlarında KKTC’nin görünürlüğüne imkân tanıyan jestleri, Yunanistan’ın kaygılarını da katalizör gibi büyütmektedir. Bu adımlar, Bakü’nün yalnızca Kafkasya’da değil, Doğu Akdeniz jeopolitiğinde de sembolik-siyasal varlık gösterdiğini ortaya koyuyor. Kampanyaların bu başlıkta izlediği çizgi üç kollu:
5. Neden Arap Ülkeleri Değil de Azerbaycan Hedefte?
İsrail’le resmî ilişkileri bulunan bazı Arap rejimlerinin doğrudan hedef alınmamasının ardında, otoriter rejim sağlamlığı, bölgesel güvenlik denklemleri ve diplomatik maliyet hesapları bulunuyor. Söz gelimi Birleşik Arap Emirlikleri 7 Ekim’den sonra da İsrail ile imzaladığı İbrahim Anlaşmalarından çekilmedi. Mısır insani yardım için kapıları açmadı ve Gazze konusunda halkını savaşa sokmayacağını açıkça ifade etti. Bu rejimlere yönelik Türk kamuoyunda ciddi bir kampanya yürütülmedi. Buna karşılık Azerbaycan, sembolik değeri yüksek, Türk dünyasıyla organik bağları güçlü ve Türkiye kamuoyunda duygusal yankısı olan bir hedef. Kısacası, maksimum etkili, orta maliyetli bir tercih.
Türkiye’de Azerbaycan’a dönük yüksek duygudaşlık, kampanyaların etki çarpanı olarak işliyor. “Tek millet, iki devlet” söylemi, pozitif bir bağ olduğu kadar algısal saldırılar için uygun bir kaldıraç. Saldırı dili, bu bağı hayal kırıklığına ve ahlaki ikileme dönüştürmeye çalışıyor: kamuoyu duygusal dalgalanmalar üzerinden dış politika çizgisine baskı uygulamaya yönlendiriliyor. Bu, literatürde reflexive control olarak anılan, muhatabın karar çevrimini duygusal-ahlaki tetiklerle etkileme yöntemine benzer bir işleyiştir.
Kampanyaların “biz hakiki savunucuyuz” iddiası, manevî üstünlük üretme stratejisidir. Bu anlatıda Azerbaycan, “yanlış hizalanmanın örneği” olarak sunulur ki bu, “doğru eksen”e sadakat çağrısını güçlendirir. Böylece meşruiyet tekeli kurulur; farklı meşruiyet biçimleri (“uluslararası tanınırlık”, “çok boyutlu diplomasi”, “insani yardımın sürekliliği”) değersizleştirilir. Hedef, ahlaki alanı tekelleştirip jeopolitiği meşruiyet dışına itmek.
5. Operasyonel Teknikler: Dezenformasyonun Mikromekaniği
Bu mikromekanik, kognitif yük altında kalan kitlelerin hızlı yargı verme eğilimini sömürür. Özellikle zaman baskısı ve bilgi kalabalığı koşullarında, bu teknikler gerçeklik yerine görünüşü ikame etmeyi başarır.
Risk Matrisi ve Senaryo Analizi: Kısa-Orta Vadeli Görünüm
Sonuç: Jeopolitik Rekabetin İdeolojik Maskesi ve Azerbaycan’ın Stratejik Zorunluluğu
Bugün Azerbaycan’a yönelik sosyal medya saldırıları, Filistin hassasiyetini ideolojik bir maske olarak kullanıp, altında İran merkezli jeopolitik kaygıları taşıyan bir hibrit strateji görünümü arz ediyor. Bu strateji; Türkiye–Azerbaycan yakınlaşmasını yavaşlatmak, Türk dünyasının kültürel çekim gücünü kırmak, Zengezur başta olmak üzere bağlantısallık projelerinin meşruiyetini aşındırmak ve KKTC kartı üzerinden Türk dünyası entegrasyonunu tartışmalı kılmak üzere kurgulanmış durumdadır. Yöntem, sahadaki güç dengesini ahlaki etiketlemeler ve duygusal tetikleyiciler yoluyla zihinsel alanda tersine çevirmeye çalışmaktır.
Bu tablo karşısında Azerbaycan’ın stratejik zorunluluğu nettir: çok boyutlu dış politikasını daha görünür, daha ölçülebilir ve daha ikna edici bir iletişim stratejisiyle desteklemek. Bunun anahtarları; ön-bellekleme, SMNA tabanlı hızlı müdahale, çok dilli anlatı, normatif zırh, bağlantısallık söyleminin evrensel çıkarlarla ilişkilendirilmesi, diaspora-akademi eşgüdümü ve hukuki-diplomatik araçların eş zamanlı kullanımıdır. Kısacası, jeopolitik rasyonalite ancak algısal dayanıklılık ile korunabilir.
Azerbaycan, Filistin Devleti'ni tanıyan ilk ülkelerden biri olmuştur. Azerbaycan, Birleşmiş Milletler (BM) dahil uluslararası kuruluşlarda yapılan oylamalarda sürekli olarak Filistin lehine oy kullanmış ve Filistin'in uluslararası alanda tanınma çabalarını desteklemiştir. Gazze'deki son gerginlikler sırasında bile Azerbaycan, Filistinli öğrencilere burslar sağlayarak ve bölgeden öğrencilerin tahliyesini organize ederek insani desteğini sürdürmüştür. Azerbaycan’ın Filistin’e dönük insani ve diplomatik çizgisinin sürekliliği, Türkiye ile kurduğu stratejik eşgüdümün istikrarı, Zengezur ve benzeri projelerin refah üretici doğası, KKTC bağlamında Türk Dünyası entegrasyonunun sembolik gücü—hepsi birlikte düşünüldüğünde, saldırıların duygusal dalgaları ile rasyonel gerçeklik arasındaki mesafe açığa çıkar. Bu mesafeyi bilgi temelli, ölçümlenebilir ve kültürel kodlara saygılı bir stratejik iletişim kapatabilir. Son kertede mesele, jeopolitiğin ideolojik maskelerden arındırılması ve bölgesel refahın somut faydalarının görünür kılınmasıdır: Tam da burada, Azerbaycan’ın hem devlet kapasitesi hem de toplumsal dayanıklılığı belirleyici rol oynayacaktır.
Prof. Dr.
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. 1994 yılında Gazi Üniversitesine bağlı Çorum İlahiyat Fakültesinde asistan oldu. 2001 yılında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kelam Anabilim dalında doktorasını tamamladı. 2002 2002-2003 yılları arasında Kırgızistan Oş Devlet Üniversitesi’nde çalıştı... [Profili gör]
Hilmi Demir
30/09/2025
Özcan Güngör
08/09/2025
Emre Gürbüz
01/08/2025
Abdullah Denikul
14/07/2025
Oğuz Demir
19/03/2025