Uluslararası Radikalizm Gözlemevi
+905534025560info@urad.com.tr06560, Söğütözü Cad. No:43 Ankara, Turkiye
20 Mart 1995’te Tokyo’da sabahın erken saatlerinde trafiğin yoğun olduğu saatlerde beş metro trenine ölümcül bir sinir gazı saldırası yapıldı. Yapılan saldırıda 27 kişi hayatını kaybetti. Sinir gazı seyreltildiği, kalitesiz olduğu ve etkisiz bir şekilde dağıldığı için Japonya büyük bir felaketin kapısından dönmüştü. İlk anda hem Japon toplumu hem de uzmanlar büyük bir şok yaşadılar. Çünkü saldırının arkasından kurucusu Aum Shinrikyo yani Chizuo Matsumoto olan takipçilerinin aydınlanmaya ulaşmalarına yardımcı olmayı amaçlayan barışçıl bir dinîmsi kült cemaat çıkmıştı. 6 ve 26 Temmuz’da Aum Shinrikyo grubunun liderleri terör suçlarına karıştıkları gerekçesiyle idam edildi. Grubun kurucusu Shoko Asahara ve diğer 12 lider ve üye çeşitli tesislere nakledildi ve asıldı; bu, Japonya’nın modern tarihindeki en büyük infazı temsil ediyordu.
Peki, nasıl olmuştu da Japonya gibi bir ülkede bir dinî cemaat terör eylemine başvurmuştu? 1955’te yoksul bir ailede dünyaya gelen Matsumoto, bir gözünde görme kaybına neden olan, diğerinde ise ciddi görme bozukluğuna yol açan doğuştan glokom hastasıydı. Zor bir hayatı oldu, Akupunktur Kliniği’nden Çin tıbbı konusunda uzmanlaşmış bir eczane açmaya kadar birçok işi deneyimledi. 1981’de Agonshu mezhebine katıldı. Bu mezhep kendilerini tarikata bağlı kalmaya ve aileleriyle tüm iletişimlerini kesmeye teşvik ediyordu. Haziran 1982’de Matsumoto, İlaç, Kozmetik ve Tıbbi Aletler Yasasını ihlal ettiği için kısa bir süre hapse atıldı ve 2.000 dolar para cezasına çarptırıldı. Matsumoto hapisten çıktıktan sonra yoğunlaştırılmış yoga uygulamaları ve falcılık, kehanet, mistisizm, insanın potansiyel hareketi ve Nostradamus’un yazıları gibi birçok işle uğraştı. Şubat 1984’te Matsumoto, Agonshu’dan ayrıldı ve Tokyo’da küçük bir stüdyoda Aum Inc. adını verdiği bir yoga okulu açtı.
Şubat 1985’te, mistik inançlar ve terapilerle ilgilenen popüler bir Japon dergisi olan Twilight Zone, Matsumoto hakkında, onun lotus pozisyonunda birkaç cm havada “havaya uçuyor” gibi görünen bir fotoğrafını da içeren bir makale yayınladı. Bu özellik, benzer deneyimler arayan birçok kişinin ilgisini çekti. 1985 baharına gelindiğinde Matsumoto, kendisinin dünyayı kurtarmakla görevli kutsal bir savaşçı ve kahraman olduğunu iddia etmeye başlamıştı. Kuzey Japonya’daki bir dağa yaptığı kendini keşfetme yolculuğunun ardından, kendisini yaklaşan kıyamet konusunda uyaran ve hayatta kalanların hayırsever shinsen (dağ keşişleri) olacağı kehanetinde bulunan yaşlı bir adamla tanıştığını söyledi. 1986 yılının ilk iki ayında Hindistan’a yaptığı bir gezide, dünyanın bir felakete doğru gittiğini tahmin eden ancak bu arayışında kendisine yardımcı olacak uygun manevi rehberliği sağlayamayan bilgelerle tanıştığını iddia etti. Matsumoto dünyayı kurtarmak için kendi münzevi tekniklerini kullanmaya karar verdi. Daha sonra yaklaşık 35 takipçiden oluşan grubunu Aum Shinsen no Kai (“Aum Dağ Münzevileri Topluluğu” veya “Aum Dağ Sihirbazları”) adlı bir organizasyon halinde resmileştirdi.
Ağustos 1988’de Aum, Fuji Dağı yakınındaki Fujinomiya’da bir komün açtı. Bu merkezin açılışı, Aum düşüncesinde dünya nüfusunu kurtarmaktan yalnızca seçilmiş birkaç kişiyi, yani Aum topluluğunu kurtarmaya doğru bir değişim geçirdiğini gösteriyordu. Aum dramatik bir şekilde genişlemiş olsa da Asahara’nın Armageddon’u önlemek için gerekli olduğunu iddia ettiği 30.000 rahipten oldukça azdı. Artık ruhsal aydınlanmaya ve kurtuluşa giden yol, guruyla yani kendisiyle özel bir kişisel ilişkiden geçiyordu. Bu aynı zamanda “gurunun klonlanmasını” da gerektiriyordu. Aum, Asahara’nın kanının Kyoto Üniversitesi’nin tıbbi laboratuvarlarında analiz edildiğini ve benzersiz bir DNA formu içerdiğinin tespit edildiğini iddia etti. Takipçiler onun kanını içerek karmanın halini yaşamaya başladıklarına inandılar.
Matsumoto, ütopyasının temelini oluşturacak olan “Lotus Köyleri” adlı rahip komünleri kurmak için kırsal araziler satın almaya başladı. Bu tecrit, rahipler arasında özel olma tutumunu besledi ve muhtemelen Matsumoto ve takipçilerinin rahip olmayanlara karşı sergilediği kibri teşvik etti. Bu manastır düzenlemeleri Aum Shinsen no Kai ile dış dünya arasındaki ilişkileri gerginleştirdi. Ebeveynler tarikata karşı şikâyette bulundu ve çoğu reşit olmayan oğullarını ve kızlarını ailelerinden uzaklaştıran ve mal varlıklarına el koyan “dinîmsi cemaate”e kızdılar.
Kendine ait özel bir sınıf icat etti. Bu sınıf kendine sıkı sıkıya bağlıydı, onunla birlikte suç işlemeye istekliydiler. Asahara tarafından manevi başarıyı simgeleyen unvanlarla ödüllendirildiler. Asahara, astlarından en az iki sıra üstün olan, tamamen aydınlanmış tek kişiydi. Astlar arasında en yüksek rütbede, Seidaishi unvanı beş kişiye verildi: Hisako Ishii (Asahara’nın metresi ), Tomoko Ishii (Asahara’nın karısı), Reika Matsumoto (üçüncü kızları), Joyu ve Murai. Onların hemen altında Seigoshi unvanına sahip yedi kişi vardı: Tomomitsu Niimi, Eriko Iida, Hayakawa, Endo, Tsuchiya ve Aum’un yasa dışı faaliyetlerinde rol oynamayan iki kadın. Dayanılmaz münzevi uygulamalara katlanmaya istekli olduklarını göstererek liderlerinin güvenini kazandılar. Aum hiyerarşisinin tepesindeki üyelere hükümet yapısını taklit ederek bakanlık unvanları verildi. Aum kendi paralel hükümetini bile kurmuştu
.
Cehenneme daha fazla düşmeyi önlemek, iyi bir yeniden doğuş elde etmek ve nihai kurtuluşu güvence altına almak için kişiyi ruhsal olarak Aydınlanmış insanların bu yaşamda kötü karma biriktirme tehlikesiyle karşı karşıya olan kişileri bir sonraki hayatta kurtarmak için öldürmeleri gerektiğini ve böylece kurtuluşa ulaşmalarına yardımcı olmalarını onlara kabul ettirdi. Asahara, seçimler yoluyla devletin kontrolünü ele geçiremezse yıkım planını devreye sokabilirdi.
Nisan 1989’da Aum, Dinî Şirketler Yasası kapsamında yasal olarak tanınmak için Tokyo Eyaletine başvurdu. Böyle bir tanınma, Aum’a vergi indirimleri ve devlet müdahalesine karşı yasal koruma da dahil olmak üzere çok sayıda avantaj sağlayacaktır. Bir dinî örgütün hak kazanabilmesi için üç yıl boyunca varlığını sürdürmesi, kendi tesislerine sahip olması ve hoşgörülü ve yasalara saygılı davrandığını, insanların serbestçe katılmasına veya dilediği gibi ayrılmasına izin verdiğini gösterebilmesi gerekiyordu. Reşit olmayan keşiş ve rahibelerin ebeveynlerinin protestoları sonucunda Aum’un başvurusu başlangıçta reddedildi. Buna yanıt olarak Aum, kararı bozmak için agresif bir kampanya başlattı. Aum rahipleri yetkililerin peşine düştü, protesto mektupları gönderdi ve gösteri yaptı. İdari bir kararı gereksiz yere geciktirdiği için Tokyo valisine karşı dava açmakla tehdit ettiler. Valilik boyun eğdi ve Ağustos 1989’da Aum’un yasal olarak oluşturulmuş bir dinî kurum olarak tescilini kabul etti.
1989’da Asahara, kıyamet edebiyatı çalışmalarına geri döndü. Bekleyip kurbanı olmak yerine Kıyamet’i hızlandırmaya karar verdi. Asahara, kendisini Tanrı’nın elçisi olan Yeni İsa olarak tanıtarak Fumihiro’ya cemaati dinî bir organizasyondan askeri bir organizasyona geçmeye hazırlanmaları gerektiğini söyledi. Ancak yaklaşan Şubat 1990 seçimlerinde Asahara, önce topluma saldırmadan Japon devletinin kontrolünü ele geçirmek için seçimlere girmeyi denemeyi tercih etti. Asahara, seçimler yoluyla devletin kontrolünü ele geçiremezse bunun yine Tanrı’nın bir işareti olduğunu ve yıkım planına geçilmesinin bir işareti olacağını söyledi. Tanrı tarafında seçilmiş Asahara’yı seçmeyen halk Tanrı tarafında cezalandırılmayı da hak etmiş oluyordu. Kıyamet Asahara için Tanrı’nın bir cezası olacak ama bu sayede onların kötü ruhları(kimin?) da cezalandırarak arındırılmış olacaktı.
Grup, 1990’dan 1995’e kadar sivilleri ve yetkilileri hedef alan 10’u kimyasal, 7’si biyolojik olmak üzere 17 saldırı başlattı. Aum ölüm kadar eski olan dünyanın sonuna dair vizyonlara sahipti. Asahara ayrıca, İncil’de dünyanın sonu olacak olaylarla ilgili günümüzün Hıristiyan peygamberlerinin birçoğuyla ortak olarak, Armagedon’un “son zaman” ajanları, nükleer savaş başlıkları veya kimyasal ve biyolojik kitle imha silahları olduğuna inanıyordu. Ancak cemaati bir adım daha ileri gitti. Kıyametin gerçekleşmesine yönelik kendi kendine belirlediği bir projenin parçası olarak bu silahları elde etmek ve üretmek için ciddi çabalar sarf etti. Böylece ahir zaman dinî fanatizmi, savaşa hazır silahlarla ittifak kurdu. Dünyayı yok etmek için çılgın bir projeye girişti. Neyse ki pek çok şey ters gitmişti. Sonuçta dünyayı yok etmek o kadar kolay değil. Ancak bu girişimden öğreneceğimiz çok şey var.
Öncelikle Asahara ve Aum’u harekete geçiren dürtüler kesinlikle ona ve grubuna özgü değil. Aksine Aum, gevşek bir şekilde bağlantılı, hala gelişmekte olan küresel kıyamet şiddeti alt kültürünün bir parçasıydı. Bu geniş anlamda, gezegenin tamamen veya neredeyse tamamen yok edilmesi yoluyla insanlığın arınması ve yenilenmesi olarak kabul edilen kurtarıcı bir azaptı. Bu eğilimleri her kıtada çeşitli gruplarda gözlemlemek mümkündür. Onların spesifik dönüştürücü projeleri dinî ya da politik olarak algılanabilir; uygulanan şiddet ya dışarıya yönelik ya da intihara yönelik ya da her ikisi birden olabilir. Örneğin İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin’e suikastı teşvik eden Yahudi kökten dinciler, DEAŞ’in bombacıları ve kadim kutsal hak iddiaları adına şiddet kullanan Hindular arasında Aum Shinrikyo ile belirli psikolojik paralellikler bulunabilir. Lifton’un dediği gibi nasıl ki küresel ekonomik sistemin birbirine bağlılığını artık verili kabul ediyorsak, büyüyen küresel kıyamet benzeri şiddet sistemi için de aynısını yapmayı öğrenmeliyiz. Her yerdeki salgınlar her yere yansıyor.
İkinci olarak uzmanlar bu saldırıyı kıyamet günü kültünün unsurları ile büyük ölçekli bir suç örgütünü birleştiren yeni tür bir terör saldırısı olarak değerlendirdi. İlk başta bu tanım oldukça tartışmalı görüldü. Çünkü Terörizmin tanımı politik olmayan motivasyonları da içeriyor mu, tartışmasını gündeme getirdi. Ortada bir dinîmsi yapı vardı, politik bir iddia içermiyor gibiydi. Daha sonra Aum’un “Japonya’da üstün güç” elde etme hedefinin, doğası gereği politik olduğu kabul edildi. Ayrıca, Aum’un kendilerine kovuşturma açan üç yargıca sinir gazı kullanarak suikast girişiminde bulunduğu da bileniyordu. Dolayısıyla, “siyasi terör” ve “dinî ya da ırkçı fanatizm tarafından motive edilen terörist” kategorilerinin birbirini dışlamadığına insanlar ikna oldular. Ortada dinîmsi bir yapı olsa ve Tanrı adına hareket ettiği iddiasını taşısa da dünyayı kurtarmak gibi politik bir iddia taşıyordu ve eylemlerini dinî coşku motive etse de hedefi politikti. Dinî görünümlü cemaatler de temelde bireyin aydınlanması, gelişimi iddiasını taşısalar da dünyayı kurtarmaya çalışmak iddiası politik bir iddiadır ve bunun için şiddeti araçsallaştırıyorlarsa terörist bir örgüt olarak kabul edilmeleri yanlış olmayacaktır.
Sonuçta birçok terör örgütü dinî coşkuyu siyasetle birleştiriyor. Mesela DEAŞ’i hangi kategoriye koyacağız? Ayrıca, dindar veya ırkçı fanatiklerin “şiddet içeren eylemlerinin kapsamı konusunda rasyonel kısıtlamalara tabi olmadıklarını unutmayalım. Bu yüzden dinîmsi bir kült cemaate Japonya’da terör suçu isnat edilmesini mahkemeler karşı çıkmadı ve örgütün üst düzey üyelerini idam ettiler.
Havaya uçabildiğini iddia eden kör bir gurunun peşinden gitmek için eşyalarını, ailelerini, kariyerlerini ve kimliklerini terk eden yüksek eğitimli genç takipçilerin içe dönük bir hareketi olan Aum’un hikayesi bize çok şey söylüyor. Banyo suyunu veya kanını içmeyi de içeren (bunun için büyük meblağlar ödediler) ritüelleri ile manevi gücünü takipçilerine aktaran, kıyamet savaşının dünyayı sarmak üzere olduğunu vaaz eden ve kendisini ABD ve Japon hükümetlerinin de dahil olduğu dünya hakimiyetine yönelik geniş bir komploya karşı bir savaş başlatırken bulan bu eğitimli gençler uzun süre aldatıldıklarına inanmadılar. Hala çoğu Hükümetin kendilerine bir komplo kurduğunu düşünüyor. Bir kült liderin karizmasını yıkmak gerçekten zor görünüyor.
Kaynakça
1. Robert Jay Lifton, Destroying the world to save it Aum Shinrikyō, apocalyptic violence, and the the new global terrorism, Metropolitan Books, 1999.
2. Rex A. Hudson, The Sociology and Psychology of Terrorism Who Becomes
Aum Shinrikyo, FB1053676, 1999.
3. By Richard Danzig, Marc Sageman, Terrance Leighton, Lloyd Hough, Hidemi Yuki, Rui Kotani and Zachary M. Hosford, Aum Shinrikyo Insights Into How Terrorists Develop Biological and Chemical Weapons, Center for a New American Security, 2012.
Latife Sümeyye Uslu Cönger
25/12/2024
Özcan Güngör
02/12/2024
Hilmi Demir
01/12/2024
Hilmi Demir
08/11/2024
Özcan Güngör
27/09/2024