Uluslararası Radikalizm Gözlemevi
+905534025560info@urad.com.tr06560, Söğütözü Cad. No:43 Ankara, Turkiye
1970 yıllarda, bir avuç insan, kurucusu Fethullah Gülen’in adıyla anılan ve bu gün adı bir Terör Örgütü olarak anılan yapılanmanın temelini atmışlardı. Yola çıkış gayeleri, “evrensel insani değerleri” ön plana çıkarmak, insana ve eğitime yatırım yapmaktı. Tepeden düşen kartopunun düşerken büyümesi gibi, yuvarlandıkça büyüdüler ta ki bir çığ olup önlerine gelen her şeyi yıkana kadar.
Sosyolojik bir gerçektir; toplumsal hareketler bir lider etrafında, idealler uğruna fedakarlık, emek ve gayret ile toplanırlar. Fedakarlıkların sonucu topluluklar büyürler ve güç olurlar. Başta her şey iyi gidiyor gözükebilir. İdeal birliği içinde olduklarımızla aynı gayeler etrafında yol alıyorsunuzdur. Bu arada büyümenin getirdiği bir çekim gücü de oluşur. Fizik yasalarında da bu böyledir. Kütlesi büyük olan cisimler, küçük kütleli cisimleri çeker, yer çekim kuvveti gibi. Önceden bizimle aynı düşünen insanlarla başladığımız bu yolculuğa çekim kuvvetinin artması nedeniyle bizimle aynı düşünmeyenlerinde etki alanına girdiğini görürüz. Çekim arttıkça farklılıklarda o oranda artar. Artık çok büyümüş olan sistem sadece bizim gibilerden oluşmuyordur. Belki merkezde bizim gibiler olsa da, sistem karmaşık bir hale gelmiştir.
Sistemin büyüklüğünü kendi çıkarları için kullanmak isteyenler, sistem ne kadar temiz olursa olsun, sistemin açıklarını kullanarak manipüle etmeye çoktan başlamıştır. Zamanla sistem başlangıçtaki kurucu unsurlarından uzaklaşır, koydukları değerleri inkar eder, hatta tam tersine uygulamalar baş gösterir.
Cemaatin kadınları içinde aynı durumlar yaşanmıştır. Cemaat deyince akla ilk olarak başörtüsü mücadelesi gelir. Cemaatin başörtüsü konusunda da böyle bir değişimi takip ettiğini görürüz. 1970-80 li yıllarda Gülen'in başörtüsü konusunda çok net olduğunu hatta peçe yapılması; yüzü bırakın, gözün bile görünmemesi, kadınların zaruriyet olmadıkça dışarıya çıkmamaları gerektiğini söylediğini, cemaatin eskileri çok iyi bilir. Büyümenin getirdiği şehvetle, önceleri dışarı çıkmaması istenilen kadınların ihtiyaca binaen eğitim hayatına girmelerinin önü açıldı.
Üniversitelerde okumaları yönünde teşvikler yapıldı, üniversitelerde okuyan örtülü kızların cemaate kazandırılmaları yönünde bir strateji uygulandı, bu arada açılan okullarda, yurtlarda kızların kalmaları, bayan öğretmenlerin çalışmaları teşvik edildi. Şu bir gerçektir ki dini cemaat veya gruplar içerisinde yükseköğrenim görmüş kadın oranı konusunda Gülen Cemaati tartışmasız ön sıralarda yer alacaktır. 1990’lı yılların sonlarına kadar cemaat gönüllüsü olan, devlette ve cemaat müesseselerinde çalışan kadın sayısı az olduğu ve devletin de başörtüsüne karşı tutumu ciddi boyutlarda olmadığı için çok problemle karşılaşılmıyordu, kızlar üniversitelerde ciddi bir problemle karşılaşmadan başörtülü olarak bir şekilde okuyabiliyorlardı.
Ancak, 28 şubat sürecine gelindiğinde, devletin ve askeriyenin başörtüsüne karşı verdiği mücadele şiddetlenince; Gülen’in de başörtüsüne karşı geçmişteki katı tutumunda yumuşama oldu. Bu yumuşama devletin baskısı arttıkça özellikle Cemaat müesseslerinde çalışan başörtülü kadınların başlarını açarak görev yapmaları konusunda önce tavsiyeye ardından, başlarını açmayanların cemaat müesseslerinde çalışamayacakları baskısına dönüştü. Kadınlara, ya başınızı açıp çalışacaksınız ya da evde oturacaksınız mesajı çok net olarak verildi. Bu süreçte Gülen, sohbetlerinde ve kitaplarında içeriye; başlarını açan kadınları metafizik gerilimde tutabilmek için sürekli konuyu gündem yapıyordu. Aynı zamanda ise dışarıya "Başörtüsü fürüattır" mesajını veriyordu. "Fürüat" konusu o dönemde ilk kez Cemaat tabanını rahatsız eden bir konu olduğu için, irşadçı ve ağzı iyi laf yapan ağabeyler bütün illerde bu konuyu izah etmek için büyük organizasyonlar yapmak zorunda kalmışlardı. Bir yandan tepkiyi yumuşatmaya çalışıyor, diğer yandan fürüatın aslında başını açmak olmadığını anlatarak, tabanın nabzını tutmaya çalışıyorlardı.
Mahrem yapılanmalarda ise konu çok daha farklı bir mecrada işliyordu. Zaten mahrem yapılarda karı koca görev yapanların hele de devlette çalışanlar için "başını örtmek haram sayılırdı". İlk zamanlarda özellikle, vali, kaymakam, subay, emniyet md. gibi çalışanların eşlerinin başlarının açılması adeta emir telakkisi ile gündem yapıldı. Zaman içinde bu kadrolarda çalışanların önce çalışan eşleri sonrada ev hanımı eşlerinin tamamının başları açıldı.
İlk zamanlar örtüyü dinin vazgeçilmez emri gören ve direnen bazı ablalar zaman içinde duruma ayak uydurdular. Aslında başörtüsü olmadan da hizmet edilebildiğini gördüler, bu cemaatin başörtüsüne bakışın 2. versiyonuna evirilmesiydi. Hatta o dönemlerde başı açık ünlü, tanınmış, sanatçılar, gazeteciler, artistler, bütün illerde, ilçelerde toplu programlara konuk olarak çağırılıyor, "bakın bunlarda bizim ablalarımız" mesajı veriliyordu. Bu bakış açısı aslında cemaate sempati duyanların da sayısının artmasına neden olmuştu. Artık başı açık bir çok yeni abla vardı, hele hele okumuş ablalar, zengin ve başı açık ablaların artması çok renkli bir cemaat görüntüsü verilmesine neden oluyordu.
Başı açık ve başı örtülü ablalar derneklerde, vakıflarda bir arada boy gösteriyorlar, başı açık olanlar, başörtülü olanların da kendileri gibi insan olduğunu görüyorlar ve ilk kez diyalog zeminleri kuruluyordu. Gülen’ in eski katı söylemleri de kitapların tozlu sayfaları arasında kalmıştı, bir kaç eski kafa ablanın has dairede başörtüsü konusunu gündemde tutması gayretlerinin dışında artık bu konu neredeyse cemaatin gündeminden çıkmış gibiydi Evlerde, yurtlarda da bu konu işlenmeye çalışılıyor, ancak değişime paralel bir yönde ilerliyorlardı.
İlk zamanlar evlerdeki kapalı ablaların sayıları çoğunluktayken, artık bu sayı açıklar yönünde bir değişime kaymıştı. Eskiden ev ablaları, semtçi bölgeci ablalar kesinlikle örtülü ablalar iken sonradan, başı açık ev ablaları, hatta il hadimi (sorumlusu) ablalar bile olmaya başlamıştı. Ailelerde yetişen kız çocukları da artık eskisi gibi başörtülü yetişmiyor, başörtülü kızlar üniversitelerde, liselerde yavaş yavaş başlarını açmaya başlıyorlardı İlk zamanlar örtü davanın birinci öncelikli konularından biriyken artık, listede çok gerilere itilmişti, mahrem yapılanmalarda zaten artık konu gündeme bile gelmez olmuştu.
Diğer bir konu da cemaatin ilk dönemlerinde kadınların birinci öncelikleri, “Hizmet” eden kocalarının eve getirdikleri misafirleri ağırlamak, yedirip içirmekti. O dönem cemaat içinde en muteber abla, en çok misafir ağırlayan ablaydı. Bu ablalar diğer zamanlarında ise öğrencileri evlerine alırlar onları yedirir, içirirlerdi. Cemaatin büyüme süreciyle birlikte ablalıkta da değişimler olmaya başladı. Önceleri sadece hizmet eden abilerin eşi konumunda olan ablalar, yavaş yavaş cemaat okullarında, cemaat kurumlarında görev almaya başladılar. Bir yandan da okullardan, yurtlardan evlerden, yetişen binlerce abla üniversitelere gidiyor çok farklı bölümlerden mezun oluyorlardı. Tabi bunlara istihdam sahası açılması ihtiyacı da doğmuştu. Aynı dönemde cemaat dönüşüm geçirmiş, yeni iş sahaları, yeni okullar, yeni yurtlar, basın ve yayın kuruluşları, holdingler, iş sahaları açılmış buralarda kadın çalışanlara yeni istihdam alanları oluşmuştu. Mezun olan ablalar, gazetelerde, televizyonlarda, ulaştırma sektöründe, eğitim sektöründe daha bir çok sektörde çalışmaya başladılar.
Farklı iş kollarında üniversite bitirip okuyan ablalar için iş sahası daha rahat bulunurken, ilahiyat okuyan ablalar için istihdam probleminin aşılması gerekiyordu. Bunun içinde çözüm bulundu. İlahiyatçı ablalar, tebliğ ve irşadçı abla olarak, illerde ve ilçelerde, küçük bölgeci, büyük bölgeci gibi iş sahaları açıldı. Bu ablalar bulundukları yerin okul, yurt dernek, vakıf gibi kurumlarında çalışıyor görünüyorlardı. Fakat bu ablaların birinci öncelikleri yeni yetişecek ablalar bulmak, onlarla ilgilenmek onları yurtlara, okullara evlere kanalize etmekti. Cemaatin kadın yönetimi bu ablaların elindeydi. Diğer bütün ablalar bu ablalara bağlı olarak çalışıyorlardı. Atamalar, tayinler, yer değiştirmelerde yetki bu ablalara aitti. Bu yüzden bu ablalar kendi içlerinde ayrı bir güç olmuşlardı. Diğer ablalar sadece örneğin bir okulda öğretmenlik yapıp maaş alırken, ilahiyatçı ablalar, bir yandan para trafiğini yönetirken, diğer yandan tebliğ ve irşat görevlerini yapıyorlardı.
Bir diğer önemli konu; Erkek egemen öğretinin kadınları etkilemesi. Öndeki abiler sürekli olarak sohbetlerde, organizasyonlarda fedakar kadın rolu olarak; hizmet diyerek erkeğini hiç sorgulamayan, onun gittiği, geldiği yerlere hiç karışmayan, kısacası erkeğin yaptığı herşeyin “hizmet olduğunu” bu yüzden, hakiki hizmet ablasının her zaman erkeğin yanında ve destekçisi olarak, onun yaptığı her şeyi destekleyen ve sürekli olarak susan bir kadın profili çiziyorlardı. İlk zamanlar kadınların büyük çoğunluğu buna inanıyor ve herşeye, yaşadıkları bir çok sıkıntıya rağmen hizmet deyip susuyorlar, yaşananları sineye çekiyorlardı. Zamanla, bu öğreti erkekleri eşine ve evine karşı iyice sorumsuz hale getirmişti. Özellikle cemaatin önde gelen isimlerinden yurt dışına yalnız çıkanlarda ciddi oranlarda gittikleri yerlerde ikinci defa evlenmeler başgösterince, kadınlar da yavaş yavaş uyanmaya başladılar. Bu da kadınlar arasında bir uyanış ve gizli bir direniş başlamasına neden oldu. Bunu fark eden erkek yönetim, ablaları kendi iş sahalarında daha serbest hareket etmeleri için önlerini açtılar. Böylece ablalar daha çok koşturmaya ve Hizmet için daha fazla zaman harcamaya başladılar. Çok yoğun bir faaliyet içinde oradan oraya koşturur hale geldiler.
Ayrıca sanıldığının aksine erkek yönetim ile kadın yönetim arasında büyük bir çoğunlukla hiyerarşik olarak bir çatışma yaşanmıyordu. İş yoğunluğu nedeniyle örneğin il hadimi ile il bayan sorumlusu arasında aylık rutin görüşmelerin dışında bir birlerinin alanlarına çok ciddi müdahaleler olmuyordu. Herkes kendi kulvarında koşturuyordu ve herkes çok yoğundu. Kadınlara ait eğitim faaliyetlerini ilahiyatçı ablalar yönetiyorlardı. Ablaların kendi aralarında problem çıkması durumunda ancak o zaman İl hadimi ve ya diğer yetkililer duruma el atıyorlardı.
Bu arada alttan alta işini yapan eğitimci ablalar ve diğer meslek kollarındaki ablalar ile ilahiyatçı ablalar aralarında sürtüşmeler yaşanıyordu. İlahiyatçı ablaların gücü tartışılmaz olduğu için kimse bu ablalarla doğrudan çatışma içine girmek istemiyorlardı. İlahiyatçı ablalar aynı zamanda illerde, ilçelerde öğretmen, akademisyen, avukat, doktor gibi gruplara da akşam sohbetleri yapıyorlardı. Sohbetlerde birinci öncelikleri ayetler, hadisler, Gülenin kitapları ışığında, diğer iş kollarında çalışan kadınlardan burs, himmet, dernek aidatı gibi paralar toplamaktı. Paranın yönetimi de bu ablaların kontrolündeydi. Başlangıçta samimi ve gönüllü olarak katılan özellikle akademisyen, doktor gibi daha eğitimli insanlar sonradan olayın sadece para işine dönmesinden rahatsız olmuşlar bir çoğu yavaş yavaş elini eteğini çekmeye başlamışlar ve zaman içinde cemaatten uzaklaşmışlardı. Özellikle 17/25 sonrasında çok ciddi kopmalar yaşanmıştı. Akademisyen ve doktorların başını çektiği bu kopmalara sonradan avukat , mühendis gibi gruplar da dahil olmuştu. Sonrasında ise diğer meslek gruplarından da çok fazla sayıda çözülmeler yaşandı.
Fakat 15 Temmuz sonrası, bazı hukuk dışı uygulamalar, bir nevi ters etki yaptı ve cemaatten kopuşları durdurdu. Çünkü birçok cemaat mensubu abla, yapılanları bir haksızlık olarak görüyor ve kendilerine göre mazlumların yanında yer aldıklarını düşünüyorlardı. Yapılan yanlış uygulamalar tam tersi etki yaptı. Çünkü, kendileri de yapılan haksızlıktan vicdanen rahatsız oldukları için arkadaşlarının yanında olmayı tercih ediyorlardı. Bunda yurt dışından yayın yapan cemaat gazetecilerinin ve cemaatin önde gelenlerinin yayınlarınında oldukça büyük etkisi vardı. Halbuki bu ablalar cemaatin gidişatının yanlışlığını çok önceden görmüşler ve sürekli olarak uyarıyorlar, eleştiriyorlardı.
Bir de Cemaatin mahrem yapılanması içinde yer alan ablalar vardı. Malum olduğu üzere bu yapılanmadaki kurallar cemaatin normal kuralları ile hiç uyuşmuyordu. Yukarıda ifade ettiğimiz üzere cemaat ablalarına başörtüsü teşvik edilirken, mahrem ablalarda bu kesinlikle yasaktı. Cemaat ablaları maddi sıkıntılar yaşarken, mahrem ablalarda para hiç sorun değildi. Çünkü bütün kaynaklar örtülü ödenek olarak buraya akıyordu. Mahrem yapılarda görev alan abilerin evlilikleri de bu mahrem ablalar vasıtasıyla gerçekleştiriliyordu. Normal hizmetlerde (kendi aralarında bu ablalara bölgeci deniyor” bölgede çalışan ablalar, Mahrem hizmetlere ehil olan kızları Mahrem ablalara yönlendiriliyor, bunlar diğer kızlardan farklı olarak ayrı hizmet içi eğitime tabi tutuluyorlardı. Sonra uygun meslek grupları birbirleri ile evlendiriliyorlardı.
Meriç’te, Ege Denizinde yurt dışına kaçmaya çalışırken, yavrularıyla birlikte boğulan ablalara nisbet, Mahrem ablalar, 15 Temmuz dan çok önce sınırsızca kullanılan örtülü ödenekler ile güvenli yollardan dışarı çıkarıldılar. Aynı ablalara yurt dışında farklı görevler verildi, farklı iş sahalarında çalışmaları sağlandı. Halen bu ablalar sıkı bir şekilde koruma altındalar.
15 Temmuz sonrası cemaat içi yaşanan en büyük problemlerden biri de aile içi tartışmalar ile çocuklar ve ebeveynler arası çatışmalar oldu. Geçmişte gece gündüz hizmet için koşturan anne babalar, ne birbirleriyle ne de çocuklarıyla ilgilenmeye fırsat bulamıyorlardı. Gündüz kendi işlerinde gece ise hizmet işlerinde koşturan bu ablalar ancak gece yarısı eve gelebiliyorlar ve yorgunluktan sızıp kalıyorlardı.
15 Temmuz sonrası işsiz kalan ablalar ilk kez eşleri ile tanışma ve onları tanıma fırsatı buldular. Bu ise sanıldığının aksine, çok olumsuz bir etkiye neden oldu. Çünkü hizmet diyerek bir çok şeyi göğüsleyen kadın aslında, ne kadar yalnız olduğunu, kadınlığını yaşayamadığını, hizmet adı altında oradan oraya sürüklendiğini fark etti. Ha keza çocuklarının ne kadar ilgisiz ve sevgisiz büyüdüğünün farkına vardı. Çocukları ile yüzleşen ablalar, eşlerinin ne kadar vurdum duymaz olduklarını bu süreçte gördü. Erkeklerin hizmet ediyoruz diye, yiyip içip, şehir şehir, ülke ülke gezip tozduğunu ilk kez anladı. Erkekler hizmet diye gününü gün ederken, ablalar akşama kadar işte çalışıp, akşam eve yemek bulaşık temizlik, evin bütün yükü çocukların yükü altında nasıl ezildiklerini gördüler. Erkek egemen bir “hizmet” le iç içe olduğunu karı koca işsiz kalan ve covid 19 süreci ile eve kapanan ablalar fark ettiler. Bu süreç büyük çatışmaların, geçimsizlerin de fitilini ateşledi. Bir yandan geçim sıkıntısı, mahkeme süreçleri diğer yandan bitmeyen aile içi kavgalar, çocuklarla tartışmalar. Cemaat içinde çok büyük oranda ayrılıkların ve boşanmaların olmasına yol açtı.
Bir de uzun yıllar cezaevinde kalan abiler nedeniyle, evin ve çocukların bütün yükünü taşımak zorunda kalan ablalar vardı. Bu ablalar çok büyük sıkıntılar yaşadılar. Bir yandan da kendi ayakları üzerinde durmayı öğrendiler. Artık “efendi” gördükleri eşleri cezaevinden çıktıktan sonra çok farklı bir manzarayla karşılaştılar. Kendi ayakları üstünde duran kadına eskisi gibi söz geçiremez olmuşlardı. Oysa ki eskiden HİZMET dedi mi akan sular duruyor, istediklerini yaptırıyorlardı. Bu süreç de, bir çok evliliğin sonlanmasına neden oldu.
Latife Sümeyye Uslu Cönger
25/12/2024
Özcan Güngör
02/12/2024
Hilmi Demir
01/12/2024
Hilmi Demir
08/11/2024
Özcan Güngör
27/09/2024