Uluslararası Radikalizm Gözlemevi
+905534025560
info@urad.com.tr
06560, Söğütözü Cad. No:43 Ankara, Turkiye

Azerbaycan-KKTC ilişkilerinin kökeni, Azerbaycan’ın bağımsızlığını kazandığı 1991 sonrası döneme kadar uzanır. 1992’de Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti Meclisi, KKTC’yi tanıyan ilk siyasi karar organı olmuştur. Nahçıvan Meclisi’nin başında o dönemde Haydar Aliyev’in bulunması, bu tanımanın sembolik değil, milli stratejinin bir parçası olduğunu göstermektedir.
2004’te dönemin Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in, Annan Planı referandumu sürecinde KKTC’nin “evet” oyu vermesi hâlinde Azerbaycan’ın KKTC’yi tanıyabileceği yönündeki açıklaması ilişkilerin kritik dönüm noktalarından biridir. Aynı yıl Bakü’den Ercan Havalimanı’na gerçekleşen ilk doğrudan uçuş, KKTC’yi Türkiye dışında tanıyan bir ülkenin fiilî adımı olarak tarihe geçmiştir.
Her ne kadar bu süreç uluslararası baskılar nedeniyle tanınma düzeyine ulaşamamış olsa da, 2020 sonrası gelişmeler –özellikle Karabağ Zaferi ve Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) çerçevesinde artan iş birliği– KKTC’nin Türk dünyasındaki yerini yeniden gündeme taşımıştır.
Bu çerçeve, 7 Ekim 2025’te Gebele’de yapılan TDT 12. Zirvesi ile pekiştirilmiştir. Zirvede üzerinde durulan “TDT+”, gümrükte tek-pencere ve dijital entegrasyon, ulaştırmada serbest geçiş, finansal eşgüdüm (Merkez Bankaları Konseyi, Türk Yatırım Fonu) ve savunma iş birliği teklifleri Kırgızistan’dan KKTC’ye kadar uzanacak bir Türk Dünyası iş birliğine işaret etmektedir.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), uluslararası tanınırlık eksikliğine rağmen Türk dünyasının Akdeniz’deki en ileri jeopolitik mevzisini temsil etmektedir. 1983’te ilan edilen bağımsızlığıyla birlikte yalnızca bir ada devleti olarak değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin Doğu Akdeniz güvenlik doktrininin ayrılmaz bir uzantısı, aynı zamanda Orta Asya’dan Doğu Akdeniz’e uzanan Türk jeopolitik hattının deniz ayağı olarak öne çıkmıştır.
I. Türkiye-Azerbaycan-KKTC Üçgeni
Azerbaycan ve KKTC arasındaki yakınlaşma, Türkiye’nin dış politikasında Doğu Akdeniz merkezli stratejik denge arayışının bir uzantısıdır. Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikası yalnızca güvenlik ve enerji boyutlarıyla değil, KKTC’nin uluslararası meşruiyetini güçlendirme stratejisiyle de doğrudan bağlantılıdır. Türkiye, KKTC’yi sadece “yavru vatan” olarak değil, Akdeniz’deki deniz yetki alanlarını, enerji hatlarını ve Türk dünyasıyla bağlantısını garanti altına alan bir “jeopolitik tampon” olarak değerlendirmektedir. Bu vizyon, Azerbaycan’ın Karabağ’daki zaferi sonrası oluşan yeni Türk jeopolitiğiyle kesişmektedir. Ankara-Bakü hattındaki “tek millet, iki devlet” doktrini, artık Kıbrıs üzerinden Akdeniz’e taşınmaktadır.
Rahim Rahimov’un Jamestown Eurasia Daily Monitor’deki analizine göre, Türkiye Azerbaycan’a KKTC’yi tanıma yönünde yoğun diplomatik baskı uygulamaktadır. Ancak Bakü, İran ve Rusya ile olan kırılgan dengeler nedeniyle bu adımı doğrudan atmaktan çekinmektedir. Buna rağmen Azerbaycan Parlamentosu heyetinin 2021’de KKTC’yi ziyaret etmesi, “tek millet, üç devlet” söyleminin sahada da görünür hâle geldiğini göstermektedir.
II. Azerbaycan’ın Rolü: Tanıma Sürecine Giden Yolun “Anahtarı”
Azerbaycan’ın KKTC’yi tanıması yalnızca sembolik bir adım değil, Türk dünyasının bütünleşmesi açısından stratejik bir eşiği aşmak anlamına gelecektir. 2023 Ekim’inde Ersin Tatar’ın Bakü’de devlet başkanları protokolüyle karşılanması, Azerbaycan’ın artık KKTC’yi fiilen tanıma zeminine yaklaştığının göstergesidir.
Ayrıca 2024’te Şuşa Zirvesi’ne KKTC Cumhurbaşkanı’nın davet edilmesi ve “KKTC bayrağı her daim Azerbaycan’da dalgalanacaktır” ifadesi, Aliyev yönetiminin kararlılığını pekiştirmiştir. 2025 yılı itibarıyla Azerbaycan Milli Meclisi’nde KKTC ile “Dostluk Grubu”nun kurulması, bu sürecin kurumsal boyuta taşındığını göstermektedir.
Ancak Azerbaycan’ın KKTC’yi resmen tanımasının önünde bazı jeopolitik sınırlılıklar vardır. Rusya ve İran’la karmaşık ilişkiler, AB’nin enerji politikalarındaki hassas denge ve Güney Kafkasya’daki istikrar arayışı, Bakü’yü temkinli adımlar atmaya yöneltmektedir. Buna rağmen, Azerbaycan’ın KKTC’yi fiilen tanıma düzeyine taşıyan diplomatik jestleri –örneğin karşılıklı kültür günleri, eğitim protokolleri ve medya iş birlikleri– “tanımasız tanıma” olarak değerlendirilmektedir.
III. Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) ve KKTC’nin Stratejik Potansiyeli
KKTC Türk dünyası açısından “Akdeniz’e açılan kapı” niteliğindedir. KKTC’nin TDT’ye tam üyelik kazanması hâlinde teşkilatın deniz erişimini genişleteceğini, enerji ve ticaret rotalarını çeşitlendireceğini unutmamak gerekir. Kıbrıs, tarih boyunca Doğu Akdeniz’in ticari ve askeri hâkimiyetinin düğüm noktası olmuştur. Bugün bu önem, Türk dünyasının Asya’dan Avrupa’ya uzanan yeni ulaşım hatlarında –özellikle Orta Koridor ve Zengezur Koridoru projelerinde– yeniden belirginleşmektedir. KKTC’nin varlığı, bu hatların Akdeniz bağlantısını tamamlayıcı bir unsuruna düştürecek ve Türk dünyası jeopolitiğine derinlik kazandıracaktır.
Bu bağlamda KKTC’nin önemi, iki düzlemde ele alınmalıdır:
Dolayısıyla, KKTC’nin önemi sadece Kıbrıs meselesi çerçevesinde değil; Türk dünyasının küresel ölçekte yeniden konumlanışında, Akdeniz üzerinden deniz jeopolitiğine erişimini sağlayan bir “stratejik eşik” olarak değerlendirilmelidir.
Akdeniz havzası, tarih boyunca küresel güç mücadelelerinin merkezi olmuş, bugün ise enerji rekabeti ve deniz yetki alanı tartışmalarının odağına yerleşmiştir. Bu denklemin ortasında yer alan Kıbrıs Adası, Anadolu’nun güney kapısı ve Orta Doğu’ya açılan deniz köprüsüdür. “Mavi Vatan” doktrini, Türkiye’nin deniz yetki alanlarını koruma stratejisinin ötesinde, Türk dünyasının denizsel çıkarlarını da içeren bütüncül bir jeopolitik vizyondur. Bu doktrin uyarınca KKTC, sadece bir ada devleti değil, Türk dünyasının Doğu Akdeniz’deki ileri karakoludur.
Türkiye’nin 2019’dan itibaren yürüttüğü deniz sondajları, enerji aramaları ve deniz güvenliği politikaları, KKTC ile koordineli şekilde yürütülmüş; böylece KKTC, hem hukuki hem de stratejik açıdan Türkiye’nin deniz yetki alanı iddialarını meşrulaştıran bir unsur olmuştur. Bu durum, Türk dünyasının Akdeniz’deki enerji denkleminde “söz sahibi” olmasını sağlamıştır. Enerji koridorları bağlamında, Hazar’dan gelen doğalgazın Türkiye üzerinden Ceyhan Limanı’na, oradan da Akdeniz’e taşınması zinciri, KKTC’nin deniz yetki alanlarında tamamlanmaktadır. Dolayısıyla KKTC, enerji güvenliği ve ulaştırma açısından yalnız Türkiye’nin değil, tüm Türk dünyasının deniz güvenliği eksenidir.
KKTC’nin uluslararası tanınırlığı ve meşruiyetinin arttırılmasıyla ilgili çabalar, 7 Ekim 2025 Gebele TDT Zirvesi ile kurumsal bir zeminde pekiştirilmiştir. “TDT+” formatında gümrükte tek pencere ve dijital entegrasyon, ulaştırmada serbest geçiş, finansal eşgüdüm (Merkez Bankaları Konseyi, Türk Yatırım Fonu) ve savunma iş birliği başlıkları aynı çatı altında toplanmıştır. Enerji sütununda “Orta Asya–Azerbaycan Yeşil Enerji Koridoru”, elektrik entegrasyonu ve Hazar–Karadeniz hatları öne çıkarılmıştır. KKTC’nin Cumhurbaşkanlığı düzeyinde katılımı ve gözlemci statüsü, Türk Dünyası’nın Akdeniz kolunu siyasal ve kurumsal bakımdan meşrulaştırmıştır.
Jeoekonomik parametreler bu yakınlaşmanın gerekliliğini desteklemiştir. Kuzey rotasının savaşla artan riskleri karşısında eş zamanlı olarak Trans-Hazar Orta Koridorunun transit süreleri paydaşları tarafından 38–53 günden 18–23 güne çekilmiş, 14–18 gün hedefi ortaya konmuştur. Hazar geçişindeki beklemeler ve liman kapasitesi sınırlılıkları, yumuşak altyapı reformlarıyla (e-TIR, e-CMR, tek pencere) giderilmeye çalışılmaktadır. Bu iyileştirmeler, KKTC üzerinden Akdeniz’e açılan deniz ayağının süre–maliyet–güvenilirlik dengesini tamamlayıcı bir işlev göreceğini işaret etmektedir.
Bakü’nün projeksiyonu da enerji, ulaştırma ve güvenlik boyutlarının kesişiminde şekillenmektedir. 2026 için ortak tatbikat önerisi ve yumuşak altyapı reformları, Azerbaycan’ın ağ-merkezli bölgesel rolünü güçlendiren bir kurumsal zemin inşa etme potansiyeli içermektedir. Bu zemin, KKTC dosyasını yalnız ikili değil, çok-taraflı bir çerçeveye yerleştiren kaldıraç etkisi üretmiştir. Güney kara bileşeni üçgenin fiziki bütünlüğünü güçlendirecektir. Zengezur Koridoru’nun yeterli altyapı yatırımları tamamlanarak açılması hâlinde Türkiye–Azerbaycan mesafesi 343 km kısalacaktır. Böylece, Orta Koridorun kırılgan halkaları çeşitlendirilecek ve yük akışları daha esnek bir ağ üzerinde dağılacaktır.
Enerji entegrasyonu da üçgenin stratejik derinliğini artırmıştır. Türkiye–KKTC denizaltı elektrik köprüsü (enterkonnektör) projesi için çalışmalar hızlanmış ve bu yönde adımlar atılmıştır. Bu hat devreye alındığında KKTC’nin arz güvenliği güçlenecek, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki elektrik ve gaz projeleri için operasyonel bir dayanak oluşacaktır. Paralel biçimde Azerbaycan–Gürcistan–Romanya–Macaristan eksenli Karadeniz denizaltı elektrik kablosuna sağlanan AB finansmanı, üçgeni Avrupa pazarlarına bağlayan bir diğer kapı işlevi görecektir.
Doğu Akdeniz gazı boyutunda, İsrail’in Leviathan sahasından Türkiye’ye uzanabilecek boru hattı seçeneği jeopolitik ve finansal istikrarsızlığa rağmen hala bir seçenektir.
Bu yapı taşları bir araya geldiğinde, Ankara–Bakü ekseni KKTC üzerinden Doğu Akdeniz’e uzanan fonksiyonel bir jeoekonomik mimariye dönüşmüştür. Zengezur bağlantıları tamamlandıkça ve enerji-lojistik entegrasyonu olgunlaştıkça üçgenin stratejik getirileri daha da görünür olacaktır.
TANAP–TAP kapasite artışları ve Avrupa Birliği 2027 hedefleri, Bakü’nün AB ile arz güvenliği bağını derinleştirmiştir. Bu bağ, KKTC’nin Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye enerji bağlantıları ve bölgesel lojistik hidrokarbon projelerine eklemlenmesi hâlinde, Azerbaycan’ın Akdeniz’e uzanan değer zincirinde görünürlüğünü artıran bir “terminal etki” yaratacaktır. Böyle bir teknik yakınsama, KKTC’nin tanınmasına giden süreçte maliyet-etkin aracı adımlar inşa etmiştir.
“Güney Rota”nın Zengezur kolu, Nahçıvan üzerinden Türkiye’ye doğrudan erişimi mümkün kılarak İran bağımlılığını azaltacak ve Orta Koridor’a jeopolitik esneklik kazandıracaktır. Bu hat açıldığında, doğal gaz ve petrol iletimi için yeni güzergâhlar devreye girecek, Bakü–Ankara omurgası güçlenecektir. Bu jeoekonomik yakınsama, KKTC’nin Akdeniz bağlantısı ile birlikte düşünüldüğünde, Azerbaycan’ın tanıma maliyetlerini aşağı çeken ve diplomatik getirilerini yukarı taşıyan bütüncül bir ağ etkisi üretebilmektedir.
Bununla birlikte Moskova ve Tahran’la denge, AB’nin enerji politikalarındaki hassasiyet ve Güney Kafkasya’daki kırılgan istikrar, Bakü’yü temkinli kademelendirme stratejisine yöneltmiştir. Geçmişte İran’ın İsrail–Azerbaycan yakınlaşmasına verdiği diplomatik tepkiler ve bölgesel rekabet dinamikleri, “bir gecede tanıma” yerine “adımlı yakınlaştırma” yöntemini rasyonel hale getirmektedir. Bu nedenle kültür günleri, eğitim protokolleri, medya–parlamenter eşgüdüm ve dostluk grupları gibi araçlarla “yumuşak kurumsallaşma” tercih edilmiştir.
Özetle Bakü ve ardından diğer Türk devletleri için en düşük riskli yol, üç katmanlı bir ilerlemeyi işaret etmektedir:
Bu üç adım, KKTC’nin tanınmasına giden güzergâhı jeoekonomik fayda ve jeopolitik dengeyle hizalamış, “anahtar aktör” olarak Azerbaycan’ın kaldıraç gücünü somutlaştırmaktadır.
Günümüzde Türk dünyasının güvenlik perspektifi yalnızca kara sınırlarıyla değil, deniz ve enerji güvenliğiyle tanımlanmaktadır. Bu bağlamda KKTC’nin önemi üç temel alanda öne çıkar:
Bu üç unsur, Mavi Vatan doktrini ile Türk dünyasının “ortak güvenlik doktrini”nin kesiştiği noktayı temsil eder. Kıbrıs bu nedenle artık yalnızca bir “Kıbrıs sorunu” değil, Türk dünyasının Akdeniz’deki varlık meselesidir.
Sonuç: Kıbrıs, Türk Dünyasının Batı Kalesi
Azerbaycan-KKTC ilişkileri, bugün Türk dünyasının bütünleşme sürecinde en stratejik halkalardan birini temsil etmektedir. Bu ilişkiler sadece kültürel kardeşlik değil, aynı zamanda Avrasya’nın enerji, güvenlik ve diplomasi denkleminde yeni bir denge ekseni oluşturma potansiyeline sahiptir.
KKTC’nin Türk Devletleri Teşkilatı’na tam üyelik hedefi, Azerbaycan’ın desteğiyle güç kazandıkça, Kıbrıs Türk halkının uluslararası sistemdeki yalnızlığı da sona erebilir. Ancak bunun için Türk Cumhuriyetleri arasında ortak bir diplomatik vizyonun geliştirilmesi şarttır. Sonuç olarak, KKTC’nin tanınması, yalnızca bir diplomatik jest değil, Türk dünyasının denizlerdeki egemenliğinin ilanı anlamına gelecektir. Bu tanıma, Akdeniz’in enerji, güvenlik ve diplomasi denkleminde Türk dünyasının kalıcı yer edinmesini sağlayacak; Türk jeopolitiğinin doğudan batıya uzanan stratejik sürekliliğini tamamlayacaktır. Kıbrıs Türk halkı bu anlamda, sadece kendi devletini değil, Türk dünyasının Akdeniz ufkunu temsil etmektedir.
Kıbrıs’ın entegrasyonu sonrasında mevzubahis Türk Dünyası Koridoru;
Azerbaycan’ın Kafkasya ve Orta Doğu’da bölgesel bir jeopolitik güç olarak yükselişini ehemmiyetle öne çıkarmaktadır. Sonuç olarak, Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınması yalnızca bir devletin meşruiyetinin kabulü değil, Türk dünyasının Akdeniz’deki egemenliğini pekiştirecek stratejik bir adım olacaktır. Azerbaycan bu sürecin “anahtar aktörü”, Türkiye ise “garantörü” konumundadır. Bu nedenle Kıbrıs meselesi, artık yalnızca Doğu Akdeniz’in değil, bütün Türk dünyasının ortak jeopolitik meselesidir.
Kaynaklar:

Prof. Dr.
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. 1994 yılında Gazi Üniversitesine bağlı Çorum İlahiyat Fakültesinde asistan oldu. 2001 yılında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kelam Anabilim dalında doktorasını tamamladı. 2002 2002-2003 yılları arasında Kırgızistan Oş Devlet Üniversitesi’nde çalıştı... [Profili gör]

Hilmi Demir
30/09/2025

Özcan Güngör
08/09/2025

Emre Gürbüz
01/08/2025

Abdullah Denikul
14/07/2025

Oğuz Demir
19/03/2025