Uluslararası Radikalizm Gözlemevi
+905534025560
info@urad.com.tr
06560, Söğütözü Cad. No:43 Ankara, Turkiye

Tarih boyunca inişli çıkışlı bir ilişkiyle birbirine bağlı iki komşu ülke, Afganistan ile Pakistan, yeniden ciddi bir askerî ve diplomatik krizle karşı karşıya. Son ayların olayları, kırılgan dengenin artık fiilen ortadan kalktığını ve tarafların, geri dönüşü giderek zorlaşan yeni ve tehlikeli bir aşamaya girdiğini gösteriyor.
Ekim 2025’te ilan edilen ateşkese rağmen, iki ülke arasındaki güven büsbütün erozyona uğradı. Kasım 2025, bu gerilimin sembolik bir dönüm noktası oldu. Pakistan hava kuvvetlerinin, Doğu Afganistan’daki Tehrik-e Taliban Pakistan (TTP) unsurlarına yönelik olarak düzenlediği hava saldırıları, sadece askerî bir hamle değil, aynı zamanda psikolojik bir kopuştu.
Resmî Pakistan söylemi bu operasyonları kendi iç güvenliğine yönelik vazgeçilmez bir tedbir olarak sunarken, yerelde bıraktığı iz ise derin bir yaraydı: en az dokuz çocuk ve bir kadın dahil olmak üzere sivil kayıplar… Kunar ve Paktika’da yaralanan diğer dört sivil, bu hesabın acı bilançosunu tamamlıyordu. Bu görüntüler, Afgan toplumunda sadece öfkeyi değil, meşru bir devletten beklenen orantılılık ilkesinin çöküşüne dair derin bir hayal kırıklığını da tetikledi.
Pakistan’ın penceresinden bakıldığında ise bu hamle, Peşaver ve başkent çevresinde art arda patlayan intihar bombalarının ardından gelen kaçınılmaz bir misillemeydi. Afganistan topraklarında faaliyet gösteren TTP unsurları, sınır güvenliği ve Pakistan’ın iç güvenliği açısından doğrudan tehdit olarak değerlendiriliyor. İslamabad’a göre, Afgan toprakları bu ölümcül saldırıların planlandığı bir sığınak işlevi görüyor ve Kâbil yönetiminin TTP’ye yönelik kayıtsızlığı veya gizli rızası, doğrudan bir varoluşsal tehdit olarak algılanıyor.
Bu askerî tırmanma, kaçınılmaz olarak diplomatik cephede de tam bir çıkmazı beraberinde getirdi. Daha Ekim 2025’te kırılgan bir ateşkes üzerinde anlaşılmış olması, kısa sürede önemsiz birer dipnot hâline geldi. Doha’da ilan edilen veya İstanbul’da Türk ve Katarlı arabulucuların gölgesinde yürütülen görüşmeler, derin güvensizlik duvarına çarparak sonuçsuz dağıldı.
Temel mesele, somut taahhüt eksikliğiydi. Taliban yönetimi, topraklarını militan gruplara karşı denetleme ve Pakistan’a yazılı güvence verme noktasında direnirken, Pakistan bu tavrı kendi güvenliğine yönelik kasıtlı bir tehdit olarak yorumladı. Diplomasinin yerini, birbirini besleyen suçlama sarmalı ve sembolik sertlik gösterileri aldı. Pakistan, Kâbil’deki büyükelçisini geri çağırdı, Afgan diplomatik personelin hareketlerine kısıtlamalar getirdi ve yüz binlerce Afgan mülteciyi sınır dışı etme kararını uygulamaya koydu. Bu fiillerin her biri, zaten insanî bir felaketin eşiğinde debelenen Afganistan’a yönelik ekonomik ve siyasi bir baskı aracı olarak işlev gördü.
"Pakistan'ın iç meselesi"
Afganistan'da Taliban'ın Ağustos 2021'de iktidarı ele geçirmesi, yalnızca ülkenin iç dinamiklerini değil, tüm bölgesel güvenlik mimarisini derinden etkileyen bir dönüm noktası olmuştu. Bu değişimden en çok etkilenen ve stratejik bir açmaza sürüklenen ülke ise tarihsel olarak Taliban'la karmaşık bir ilişki ağına sahip olan Pakistan'dı.
Tarihsel bağlara rağmen, Taliban'ın "hareket" olmaktan çıkıp "devlet sorumluluğu" taşıyan bir yönetime dönüşmesi beklenirken, ilişkiler hızla gerilimli bir seyre büründü. Pakistan'ın temel beklentileri, iki ülke arasındaki tartışmalı Durand Hattı sınırının tanınması ve özellikle Tehrik-i Taliban Pakistan (TTP) gibi, Pakistan devletine karşı silahlı mücadele yürüten grupların faaliyetlerinin kontrol altına alınmasıydı. Ancak Taliban yönetiminin bu beklentileri karşılamakta isteksiz ve fiilen yetersiz kalması, ilişkilerdeki ana kırılma noktasını oluşturdu.
2007'den beri faaliyet gösteren TTP, Pakistan devletine ve güvenlik güçlerine yönelik saldırılarını sürdürürken, Taliban'ın 2021'deki zaferiyle birlikte bu faaliyetlerde kayda değer bir şiddet ve ivme artışı gözlendi. Pek çok analist ve güvenlik kurumu, TTP'nin Taliban kontrolündeki Afgan topraklarını daha güvenli bir planlama, eğitim, dinlenme ve lojistik üssü olarak kullanabildiğini belirtmektedir.
Örgütün en belirgin hedefi, Pakistan'ın Afganistan sınırı boyunca uzanan aşiret bölgelerinde kontrolü ele geçirmektir. Bu durum, Pakistan nezdinde, iç güvenlik krizinin uluslararasılaşması ve Afgan topraklarının kendi iç istikrarına yönelik doğrudan bir tehdit kaynağı hâline geldiği savunusunu beraberinde getirmiştir.
Taliban liderliği ise bu kritik konuda belirgin bir ikirciklik ve çelişki içindedir. Bir yandan, uluslararası tanınma ve ekonomik yardım arayışındaki Taliban, kendisini "teröre karşı savaşan" meşru bir yönetim olarak sunmaya çalışmakta; diğer yandan, TTP ile olan ideolojik kardeşliği, kabilevî bağları ve Pakistan yönetimine duyduğu tarihî güvensizlik, gruba tam anlamıyla sırt çevirmesini engellemektedir.
Taliban, TTP'yi "Pakistan'ın iç meselesi" olarak tanımlamakta ve sorunun çözümünün ancak doğrudan müzakerelerle mümkün olabileceğini savunmaktadır. Taliban içindeki bazı güçlü kanatların TTP'yi, Pakistan'a karşı bir koz ve bölgesel nüfuz aracı olarak gördüğü değerlendirilmektedir. Bu yaklaşım, Taliban'ın dış politikasında ciddi bir çelişki yaratmakta ve Kâbil ile İslamabad arasındaki diplomatik kanalları tıkayarak karşılıklı güvensizliği beslemektedir.
Bu gerilimin en somut ve uluslararası boyut kazanan tezahürü, 2024 baharında kuzey Pakistan'da meydana gelen bir canlı bomba saldırısı oldu. Çinli mühendislerin çalıştığı stratejik Dasu Barajı projesine giden konvoyun hedef alındığı bu saldırıda, beş Çinli vatandaş ve bir Pakistanlı hayatını kaybetti. Saldırının sorumluluğunu üstlenen TTP'nin, failin Afganistan'dan geldiğine dair istihbarat, krize bölgesel ve küresel bir boyut kattı. Bu olay, 2021'de aynı projede yaşanan ve dokuz Çinlinin öldüğü saldırının tekrarı niteliğindeydi ve gerilimi kritik bir seviyeye tırmandırdı.
Sonuç olarak, Pakistan'daki kanlı saldırılar ve bunun arka planındaki TTP krizi, Afgan Taliban'ını tarihi bir açmaza sürüklemiştir. Taliban, bir yanda tanınma ve kalkınma için vazgeçilmez olan Çin ve Pakistan ile ilişkilerini idame ettirmek, diğer yanda iç ideolojik tutarlılığını ve yerel destek tabanını korumak arasında sıkışmış durumdadır. Yakın zamanda başarısızlıkla sonuçlanan müzakereler, diplomasi kanalının da tıkandığını göstermiştir.
Taliban'ın önünde, ya devlet olma yolunda dış şartlara uyum sağlayıp TTP'yi feda edeceği ya da ideolojik bağlarını koruyarak uluslararası tecrit ve komşularıyla sürekli sıcak gerilim riskini göze alacağı iki zorlu seçenek bulunmaktadır. Bu tercih, yalnızca Taliban rejiminin değil, tüm Güney Asya bölgesinin gelecekteki istikrarını şekillendirecek kritik bir dönemeci temsil etmektedir.
Agresif Sınır Güvenlikleştirme Politikası
Afganistan ile Pakistan arasındaki ilişkilerin merkezinde, tarihsel, coğrafî ve siyasi açıdan son derece karmaşık bir mesele olan sınır sorunu yatmaktadır. Bu sorunun kökeni, 1893 yılında İngiliz sömürge yönetimi döneminde çizilen ve Afganistan'ın hiçbir zaman resmen tanımadığı Durand Hattı'na dayanır. Kâbil yönetimleri, bu hattı geçersiz kabul ederek, bunun ötesinde kalan ve şu anda Pakistan'ın Hayber Pakhtunkhwa ile Belucistan eyaletlerinin bir parçası olan topraklar üzerinde hak iddia etmeyi sürdürmektedir. Pakistan ise tam aksine, Durand Hattı'nı uluslararası kabul görmüş resmî ve değişmez bir sınır olarak savunmaktadır. Bu temel ve kalıcı anlaşmazlık, iki ülke arasındaki tüm etkileşimlere gölge düşüren yapısal bir kaynak teşkil eder.
Söz konusu hat, yaklaşık 2.600 kilometre uzunluğuyla dünyanın en geçirgen ve en netameli sınırlarından birini oluşturur. Coğrafyanın kontrol edilmesinin son derece zor oluşu ve Peştun nüfusun bu hattın iki yakasına bölünmüş olması, gerilimi kronik bir hâle getirmektedir. Bölgenin asırlardır orada yaşayan, köklü toplumsal ve kabilevî bağlara sahip olan Peştun nüfusu iki ayrı devletin egemenlik alanı içinde kalmıştır.
Tüm bunlara ek olarak, sınır bölgesinin coğrafî yapısı da meselenin çözümünü zorlaştıran önemli bir etkendir. Bölgenin sarp dağlardan, derin vadilerden ve klasik devlet kontrolünün zor ulaştığı dar geçitlerden oluşması, sınır güvenliğini sağlamayı son derece güçleştirmektedir. Bu zorlu coğrafya, devletlerin sınırı tam anlamıyla denetlemesini imkânsız kılmakta; sınır hattının yönetimini tarih boyunca bir mesele olarak varlığını sürdürmeye itmektedir. Böylece dava, sadece siyasal bir anlaşmazlık olmaktan çıkarak fizikî yapısı nedeniyle de kalıcılık kazanmıştır.
Mevcut çatışmaların somut odağında ise, Pakistan'ın son dönemde agresif bir şekilde sürdürdüğü sınır güvenlikleştirme politikası bulunuyor. Pakistan, terör saldırılarını önlemek ve geçişleri mutlak kontrol altına almak amacıyla, tartışmalı sınır boyunca kompleks bir çit ve duvar sistemi ile gözetleme noktaları inşa etmiştir. Pakistan makamları, bu fizikî engelin büyük ölçüde tamamlandığını ve yalnızca belirli noktalarda teknik çalışmaların sürdüğünü belirtmektedir. Ancak Afganistan'daki Taliban yönetimi, bu girişimi "sınırı tek taraflı olarak değiştirmek" ve "işgalci bir eylem" olarak nitelendirerek şiddetle reddetmektedir. Çitlerin yer yer tahrip edildiği de raporlar arasındadır.
Nizamî-Gayrinizami Harp
Gerilimin arka planında, ekonomik krizle boğuşan Pakistan’ın, Taliban üzerinde anlamlı bir ekonomik baskı kurma şansının zayıf olması yatıyor. Bu durum, özellikle askerî ve istihbarat çevrelerini, daha agresif ve tek taraflı seçenekleri değerlendirmeye iten bir faktör olarak öne çıkıyor.
2025 Ekim’inde yaşananlar, bu gerilimin somut bir tezahürü oldu. İki ülke arasındaki çatışmalar, 2021 sonrasının en ölümcül sınır krizine dönüştü. Pakistan, hava üstünlüğünü kullanarak Taliban mevzilerine hava saldırıları düzenledi. Ancak Taliban’ın dağlık ve korunaklı pozisyonları, Pakistan’ın geleneksel askerî gücünün etkinliğini kısıtlayan bir unsur olarak öne çıktı. Taliban güçleri ise ani baskınlar ve gerilla tarzı saldırılarla Pakistan sınır karakollarına ve askerî konvoylarına yönelik taciz eylemleri gerçekleştirdi.
Gerginliğin en görünür tezahürü, iki tarafın askerî kabiliyetleri arasındaki derin uçurumdur. Pakistan’ın düzenli, nükleer kapasiteli, geleneksel bir ordusu, Taliban’ın gerilla kökenli, hava kuvvetleri ve ağır teçhizattan yoksun kuvvetleriyle kıyaslandığında belirgin bir asimetri sergilemektedir. Pakistan’ın askerî kapasitesi, 660.000 aktif personel ile, sayısal üstünlüğün yanı sıra teknolojik olarak da gelişmiş bir yapıya işaret eder. Ayrıca, gelişmiş bir komuta-kontrol altyapısı, uydu istihbaratına erişim ve karmaşık bir hava savunma ağına sahiptir.
Buna karşılık, Taliban yönetimindeki Afgan güçlerinin askerî yapısı temelden farklıdır. Taliban’ın birincil askerî gücü, esas olarak piyade temelli, hafif silahlı ve son derece hareketli birliklerden oluşan yaklaşık 172.000 kişilik bir kara kuvvetidir. Taliban’ın uluslararası tanınmaması, yaptırımlar ve tedarik kısıtları, silah-teçhizat alımını ve lojistiği ciddi biçimde zorlaştırmakta, ileriye dönük etkin bir hava gücü ya da uzun menzilli vuruş kapasitesi geliştirmesini engellemektedir.
Bu tablo, salt konvansiyonel bir karşılaştırmada Pakistan’a dramatik bir üstünlük sağlamaktadır. Ancak, sahada yaşanan çatışmaların hem yoğun hem de değişken biçimde sürmesi, geleneksel ordu üstünlüğünün tek başına galibiyeti garantilemediğini göstermektedir. Taliban’ın son yirmi yıldır süren çatışmalarda edindiği derin savaş tecrübesi, birliklerin dağlık ve engebeli arazideki olağanüstü çevikliği ve gayrinizami harp taktiklerindeki ustalığı, onları zorlu bir rakip hâline getiriyor. Sızmalar, suikastlar, sınır hattında küçük çaplı vur-kaç tarzı hücumlar, Pakistan’ın teknolojik üstünlüğünü nötralize edebiliyor.
Ayrıca, sınırın her iki tarafındaki kabilevî ve etnik bağlar, Taliban’a operasyonel esneklik ve istihbarat avantajı sağlayabilirken, Pakistan için ek bir zafiyet oluşturabiliyor. Pakistan adına asıl tehdit, düzenli bir sınır savaşından ziyade, Taliban’ın Tehrik-i Taliban Pakistan (TTP) gibi gruplara verdiği dolaylı destekle tetiklenebilecek olan bir iç güvenlik krizidir.
Sonuç olarak, Pakistan ile Taliban yönetimi arasındaki askerî karşılaşma, geleneksel ordu gücü ile gayrinizami harp deneyimi arasındaki karmaşık bir mücadele olarak şekillenmektedir. Pakistan’ın teknolojik ve sayısal üstünlüğü, Taliban’ın zorlu coğrafyadaki taktiksel ustalığı, mevzilenme avantajı ve asimetrik kabiliyetleri karşısında mutlak bir etki gösterememektedir. Bu dinamik, çatışmanın sadece askerî değil, aynı zamanda politik, toplumsal ve diplomatik boyutlarının da kritik olduğunu ortaya koymaktadır.
Karanlık Senaryolar
Pakistan ile Afganistan arasındaki sınır hattında yaşanan mevcut kriz, geçmişteki “ittifak” veya “stratejik dostluk” algısından çok uzakta, yapısal ve somut temellere dayanan bir uçurumun varlığını gösteriyor. Bu dinamik, müttefiklikten stratejik belirsizliğe ve giderek açık bir rekabete doğru evrilmiş durumda. Sınır hattındaki çatışmalar sivilleri hedef almaya devam ederken, yaşanan mağduriyetin büyümesi, bölgedeki radikalleşme riskini de beraberinde artırıyor.
Kapıların kapanmasıyla iki ülke arasındaki günlük ticaret akışı kesildi; tarım ürünleri, hayvancılık, temel gıda ve ilaç gibi malların taşınması sekteye uğradı. Bu durum, özellikle denize erişimi olmayan ve Pakistan limanlarına hayati bağımlılık taşıyan Afganistan için temel mal kıtlığına ve fiyat artışlarına yol açarken, Pakistan'ın sınır bölgelerindeki ticari faaliyetleri de ciddi şekilde darbe aldı.
Doğrudan, topyekûn bir savaş her iki taraf için de katlanılamaz maliyetler getireceğinden pek olası görünmese de vekâlet çatışmaları, sınır ihlalleri gibi düşük yoğunluklu çatışma biçimlerinin yeni norm hâline gelme riski belirgin. Önümüzdeki döneme ilişkin iki ana senaryo öne çıkıyor. İlki, kalıcı bir ateşkesin tesis edilmesi; bunun için militan gruplar üzerinde etkin baskı, şeffaf denetim mekanizmaları ve somut güven artırıcı önlemlerin hayata geçirilmesi gerekiyor. İkinci ve daha karanlık senaryo ise sürecin kaygan bir zeminde ilerleyerek uzun süreli, parçalı bir vekâlet savaşına evrilmesi.
Sonuç olarak, Afganistan-Pakistan sınırındaki bu gerilim, bölgesel güç rekabetlerinin, küresel terörle mücadele siyasetinin ve bir rejimin iç çelişkilerinin kesişim noktasında duruyor. Bu krizin seyri, yalnızca Kâbil ve İslamabad'ın değil, tüm Güney ve Orta Asya'nın gelecek on yıldaki güvenlik mimarisini ve kaderini şekillendirecek temel unsurlardan biri olmaya aday.
Bu noktada, bölgesel ve küresel aktörlerin rolü de hayatî önem taşıyor. Bu aktörlerin sadece geçici ateşkesler sağlamakla yetinmeyip, somut, denetlenebilir güvenlik mekanizmaları ve etkin kriz yönetimi araçları kurmaya odaklanmaları, bu patlayıcı çatışmanın kontrolden çıkmasını engellemek için elzemdir.
____________________________________________________________________________________________________________________________________
KAYNAKÇA
https://www.washingtonpost.com/world/2025/11/30/afghanistan-pakistan-india-taliban-ttp/
https://english.news.cn/asiapacific/20251125/dd30cff01537402e9a8d6ff8765a576d/c.html
https://www.aljazeera.com/news/2025/8/21/can-china-make-pakistan-and-the-taliban-friends-again
https://www.globaltimes.cn/page/202508/1341456.shtml
https://www.orfonline.org/research/chinese-checkers-with-pakistan-and-the-taliban
https://www.afintl.com/en/202511124851
https://ipripak.org/how-chinas-engagement-in-afghanistan-signals-a-shift-towards-development/
https://eastasiaforum.org/2025/11/29/pakistan-afghanistan-conflict-tests-chinas-regional-influence/

Araştırmacı
1974'te Oltu'da doğdu. 1990'da Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'ne girdi. 1994'te DTCF Felsefe Bölümü'ne kaydoldu. Bu iki fakülteyi yarım bırakarak 2004'te İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Edebiyat dünyasına 90'ların başında şiirle girdi. İlk kaleme aldığı şiirler Kayıtlar Dergis... [Profili gör]

Hilmi Demir
30/09/2025

Özcan Güngör
08/09/2025

Emre Gürbüz
01/08/2025

Abdullah Denikul
14/07/2025

Oğuz Demir
19/03/2025