Uluslararası Radikalizm Gözlemevi
+905534025560
info@urad.com.tr
06560, Söğütözü Cad. No:43 Ankara, Turkiye

Bülent Tokgöz
Afganistan, Asya’nın kalbinde, on dokuzuncu yüzyıldan bu yana, rakip imparatorlukların ihtiraslarını sınadığı bir satranç tahtası işlevi görüyor. Britanya İmparatorluğu ile Çarlık Rusya’sı arasında şekillenen ve literatüre “Büyük Oyun” olarak geçen rekabet, Afganistan’ı bir tampon bölgeye dönüştürürken, ülkenin kaderini de büyük ölçüde dış dinamiklere bağlamış bulunuyor. Oyun bitmiyor; yalnızca suret, dil ve el değiştiriyor.
Bugün Avrasya’nın bağrında benzer bir rekabet yeniden harlanıyor. Yirmi birinci yüzyılın “Yeni Büyük Oyunu”, eski emperyal hamlelerin kaba kuvvetinden ziyade daha incelikli araçlarla yürüyor. Silahların yerini yatırımlar, işgallerin yerini altyapı projeleri, açık sömürünün yerini ise karmaşık bağımlılık ağları almakta. Oyuncular değişiyor: Britanya’nın yerini Amerika Birleşik Devletleri alıyor; Rusya geri çekilmiş görünse de yeniden sahneye çıkıyor; Çin ise sessiz, sabırlı ve uzun vadeli bir yürüyüşle oyunun merkezine yerleşiyor. Tahta ise aynı kalıyor: Afganistan ve onunla kaderi iç içe geçmiş Pakistan.
Bu ülke, Güney Asya ile Orta Asya arasında bir kilit taşı gibi duruyor. Hindistan ve Pakistan gibi iki nükleer gücün arasındaki stratejik gerilimde Afganistan, bir arka bahçe değil, doğrudan bir denge unsuru olarak öne çıkıyor. Soğuk Savaş sonrasında Sovyet işgalinin sona ermesiyle Batı’nın bölgeye yeniden yönelmesi, 2001’de ABD öncülüğündeki müdahaleyle yeni bir safhaya girmişti. Taliban rejiminin devrilmesiyle oluşan boşluk, Afganistan’ı bu kez küresel terörle mücadele söylemi altında uzun süreli bir dış varlığa açmıştı.
Ne var ki coğrafya, sabırlı ve inatçı. Hindu Kuş’un geçitleri, Afganistan’ı hem bir koridor hem de bir kapan hâline getiriyor. Gwadar Limanı’nın stratejik konumu küresel ticaret yollarını yeniden şekillendirirken bu toprakların çekim gücü büyük güçlerin hesaplarını sürekli diri tutuyor. Teknoloji değişiyor, diplomasi inceliyor, ideolojiler dönüşüyor fakat bu coğrafyada yapılan yanlış hesapların bedeli ağır kalmaya devam ediyor.
2021’de ABD’nin Afganistan’dan çekilmesiyle birlikte Taliban yeniden iktidarı ele alırken, tarih adeta kendi üzerine katlanıyor. Yeni yönetim, eski alışkanlıkları büyük ölçüde muhafaza ederken ülke, bir kez daha dış aktörlerin temkinli dalaşlarına sahne oluyor. Bu noktada Yeni Büyük Oyun’un karakteri belirginleşiyor: Mesele artık Afganistan’ı doğrudan yönetmek değil; onu kimin hangi ağın içine çektiği, kimin hangi riski üstlendiği, kimin hangi hataya sürüklendiğiyle ilgili görünüyor.
Süper Güç Mezarlığı
Afganistan, modern çağın en öğretici jeopolitik aynalarından biri olarak duruyor. Yirminci yüzyılın son çeyreğinde Sovyetler Birliği’ni, yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinde ise Amerika Birleşik Devletleri’ni içine çeken bu coğrafya, iki farklı ideolojik evrende fakat benzer stratejik yanılgılarla yürütülen uzun soluklu müdahalelere sahne oluyor. Her iki süper güç de Afganistan’a yalnızca asker göndermiyor; kendi dünya tasavvurunu, siyasal düzen anlayışını ve güvenlik mimarisini de dayatıyor ancak sonuç, her defasında, dışarıdan kurgulanan düzenlerin yerel hakikatlerle çatışması oluyor.
Sovyet müdahalesi, 1979’da, sınırın hemen ötesinde kontrolsüz bir çözülmenin Moskova’nın Orta Asya hinterlandına sirayet etmesi korkusuyla başlıyor. Kabil’deki Marksist kadroları ayakta tutmak, ideolojik bir kardeşliği muhafaza etmek kadar, jeopolitik bir tampon oluşturmak anlamına geliyor. Müdahale, “sınırlı askeri varlık” söylemiyle başlasa da kısa sürede genişleyen bir karşı-ayaklanma savaşına evriliyor. Sovyetler, merkezi devleti tahkim etmeye, orduyu yeniden örgütlemeye ve altyapı yatırımlarıyla toplumsal meşruiyet üretmeye çalışıyor; fakat aşiret yapıları, dini otorite ve dağlık coğrafya, bu mühendisliğe direniyor.
Amerikan müdahalesi ise bambaşka bir bağlamda, fakat benzer bir özgüvenle sahneye çıkıyor. 11 Eylül saldırılarının ardından Afganistan, küresel terörle mücadelenin ilk cephesi olarak kodlanıyor. Başlangıçta hedef dar ve askerî: Taliban’ı devirmek, El Kaide’nin barınaklarını dağıtmak. Ne var ki bu hedef, zamanla kapsamlı bir “ulus inşası” hamlesine dönüşüyor. Washington, yalnızca rejimi değil, toplumu da yeniden kurmaya yöneliyor; anayasa, parlamento, merkezî ordu, liberal sivil toplum ve piyasa ekonomisi aynı potada eritilmeye çalışılıyor. Böylece Amerikan stratejisi, Sovyetlerin devlet merkezli yaklaşımını aşarak toplumsal dokunun derinlerine nüfuz etmeyi amaçlıyor.
İki tecrübe arasındaki benzerlikler, dikkat çekici bir süreklilik sergiliyor. Her iki süper güç de mevcut iktidarı devirip kendine müzahir bir yönetim kuruyor; siyasal elitleri biçimlendiriyor, güvenlik aygıtını sıfırdan inşa ediyor. Her iki durumda da Afganistan, daha geniş bir küresel rekabetin ileri karakolu olarak görülüyor. Ordu, polis ve istihbarat teşkilatları büyük kaynaklarla donatılıyor; altyapı projeleri, yardımlar ve kalkınma programlarıyla toplumsal rıza üretmeye çalışılıyor. Ancak dış destek çekildiğinde bu yapıların ayakta kalamadığı, yerel meşruiyetin teknik kapasiteden daha belirleyici olduğu ortaya çıkıyor.
Asıl ayrım, sahneden çekiliş biçiminde belirginleşiyor. Sovyetler, Gorbaçov döneminde askeri maceranın sürdürülemezliğini kabul ederek, Birleşmiş Milletler gözetiminde, görece düzenli bir geri çekilme planı uyguluyor. Geride bırakılan Necibullah yönetimi, dış destek kesilmesine rağmen birkaç yıl daha direnebiliyor. Amerikan çekilişi ise aceleci, dağınık ve görüntüleriyle hafızalara kazınan bir kopuşa dönüşüyor. Kâbil Havalimanı’ndaki sahneler, yirmi yıllık bir müdahalenin sembolik çöküşünü temsil ediyor; siyasi düzen ile askeri planlama arasındaki uyumsuzluk çıplak biçimde ortaya çıkıyor.
Bu iki büyük müdahale, Afganistan’ın yalnızca bir coğrafya değil, güçlü bir tarihsel bilinç olduğunu tekrar tekrar hatırlatıyor. Aşiret dengeleri, dini meşruiyet, yerel liderlik ağları ve dış müdahalelere karşı kökleşmiş bir direnç kültürü, modern orduların ve sofistike projelerin önüne set çekiyor. Teknolojik üstünlük, dağlık vadilerde ve parçalı toplumsal dokuda beklenen sonucu vermiyor; savaş, zamanla yıpratıcı bir sabır imtihanına dönüşüyor.
Neticede Sovyet çekilişinin ardından gelen iç savaş ve Taliban’ın yükselişi ile Amerikan çekilişini izleyen hızlı iktidar değişimi, birbirine ayna tutan iki tarihsel kesit gibi duruyor. Her ikisi de dış gücün çekilmesiyle oluşan boşluğun yerel aktörlerce sert ve hızlı biçimde doldurulduğunu gösteriyor. Afganistan, bu yönüyle, uluslararası ilişkilerde güç projeksiyonunun sınırlarını, askeri kudret ile siyasal meşruiyet arasındaki derin uçurumu hatırlatan canlı bir ders olmaya devam ediyor. Bu topraklar, hâlâ, büyük iddialarla gelenlerin alçakgönüllülükle ayrılmak zorunda kaldığı bir eşik olmayı sürdürüyor.
Pakistan’ın Güvenlik Aklı
Pakistan, kurulduğu günden bu yana yalnızca bir devlet değil, güvenlik kaygıları etrafında şekillenmiş bir rejim olarak var oluyor. Coğrafyası onu kaçınılmaz biçimde tarihsel gerilimlerin merkezine yerleştirirken, siyasal aklı bu gerilimi hem bir tehdit hem de bir kaldıraç olarak kullanıyor. Afganistan’la olan ilişkisi bu ikili hâlin en berrak tezahürlerinden birini oluşturuyor. İslamabad, Afganistan’ı uzun süredir yalnızca bir komşu ülke olarak değil, Hindistan’a karşı stratejik derinlik sağlayan bir emniyet kuşağı olarak okumakta. Ne var ki bu okuma, son yıllarda hem içeriden hem dışarıdan ciddi bir aşınmaya uğruyor.
2021’de ABD ve NATO güçlerinin Afganistan’dan çekilmesi ve Taliban’ın yeniden iktidara yerleşmesi, Pakistan açısından ilk bakışta tarihsel bir kazanım gibi görünüyordu. Zira Taliban, uzun süre Pakistan’ın bölgesel nüfuz hesaplarında işlevsel bir aktör olarak değerlendirilmişti. Ancak sahadaki gerçeklik, bu beklentiyi hızla boşa çıkarıyor. Taliban yönetimi, Pakistan’ın en hassas kırılganlık noktalarından biri olan Tehrik-e-Taliban Pakistan gibi yapıların Afganistan topraklarında barınmasına göz yumuyor; bu durum sınır hattında çatışmaları, hava operasyonlarını ve sertleşen söylemleri beraberinde getiriyor. Durand Hattı boyunca yaşanan her hadise, yalnızca askerî bir gerilim değil, Pakistan’ın güvenlik paradigmasında derin bir çatlağa işaret ediyor.
Bu çatlak, Pakistan’ın Afganistan üzerinden kurduğu geleneksel stratejik derinlik anlayışının artık sürdürülemez hâle geldiğini gösteriyor. Bir zamanlar “vekil aktör” olarak kullanılan yapılar, bugün devletin kendi güvenliğini tehdit eden özerk unsurlara dönüşüyor. İslamabad, bir yandan Taliban’ı dizginlemeye çalışırken, öte yandan bu yapıyla köprüleri bütünüyle atmaktan da imtina ediyor. Zira Afganistan’da kontrolsüz bir kopuş, Pakistan’ı hem sınır güvenliği hem de bölgesel denge açısından daha savunmasız kılıyor.
Bu karmaşık denklemi ağırlaştıran bir diğer unsur, Hindistan’ın Afganistan sahnesindeki artan görünürlüğü oluyor. Yeni Delhi’nin son yirmi yılda Afganistan’da inşa ettiği diplomatik, ekonomik ve sembolik varlık, Pakistan’da yalnızca dış politika düzleminde değil, varoluşsal bir güvenlik tehdidi olarak algılanıyor. Pakistanlı stratejistler, Hindistan’ın kalkınma projeleri ve konsolosluk ağlarını masum girişimler olarak değil, Pakistan’ın batı sınırını istikrarsızlaştırmaya dönük örtük bir hamle olarak okuyor. Belucistan’daki ayrılıkçı unsurlara Afganistan üzerinden destek verildiğine dair kanaat, bu kuşkuyu daha da derinleştiriyor.
Bütün bu unsurlar bir araya geldiğinde Pakistan, bugün tarihsel bir eşikte duruyor. Afganistan’daki her gelişme yalnızca dış politika meselesi değil; iç siyaset, ordu-toplum ilişkisi ve devletin meşruiyetiyle doğrudan bağlantılı bir sarsıntı üretiyor. Sert tepkiler kısa vadede güvenlik hissi yaratsa da uzun vadede toplumsal öfkeyi ve bölgesel yalnızlığı derinleştiriyor.
Bu nedenle Pakistan için asıl mesele gücü sürekli tahkim etmek değil; onu ölçülü biçimde yönetmekte yatıyor. Afganistan’ı mutlak bir tehdit ya da mutlak bir araç olarak görmek, bu toprakların karmaşık hakikatini ıskalamak anlamına geliyor. Soğukkanlılık, uzun soluklu akıl ve bölgesel iş birliğine açık bir dil, Pakistan’ın önündeki en zor ama en sahici yol olarak beliriyor. Çünkü bu coğrafyada sertlik kolay, denge ise nadir bulunuyor; fakat ayakta kalanlar, çoğu zaman dengeyi sabırla kurabilenler oluyor.
Hindistan’ın Stratejik Aklı
Son yirmi yılda Afganistan’da inşa edilen yollar, barajlar, hastaneler ve eğitim kurumları, Yeni Delhi’nin bu coğrafyada kalıcı olma iradesini görünür kılıyor. Yumuşak güce dayalı bu yaklaşım, Afganistan halkı nezdinde Hindistan’ı askerî bir tehditten ziyade düzen ve imar vaadi taşıyan bir ortak olarak konumlandırıyor. Ancak bu görünürlük, Pakistan açısından sıradan bir rekabet değil, doğrudan güvenlik algısını sarsan varoluşsal bir meydan okuma anlamı taşıyor. Böylece Afganistan, iki Güney Asya rakibinin dolaylı ama derin bir mücadelesinde yeniden merkezî bir sahneye dönüşüyor.
Taliban’ın 2021’de iktidara geri dönüşü, Hindistan’ın Afganistan politikasında belirgin bir kırılma yaratıyor. Yeni Delhi, ideolojik olarak mesafeli durduğu bu yapıyla yüzleşirken, duygusal reflekslerden ziyade serinkanlı bir hesap yapıyor. Pakistan’la bozulan dengeler ve Çin’in bölgede artan ekonomik ve stratejik nüfuzu, Hindistan’ı pragmatik bir açılıma zorluyor. Bu bağlamda Kabil’de yeniden açılan temsilcilik, diplomatik statünün yükseltilmesi ve Taliban Dışişleri Bakanı Emir Han Muttaki’nin ağırlanmasına yönelik girişimler, resmî tanıma olmaksızın ilişki kurma stratejisinin parçaları olarak beliriyor.
Bu temaslar, basit bir diplomatik normalleşmeden ibaret görünmüyor. Muttaki’nin Hindistan ziyareti sırasında Dar’ul-Ulum Deoband medresesine yönelmesi, bu ilişkinin yalnızca siyasal değil, teolojik ve kültürel kanallarla da örülmek istendiğini gösteriyor. Deoband geleneği, Taliban ideolojisinin köklerine uzanan bir damar olarak okunurken, Hindistan’daki düşünce kuruluşlarının bu bağı bir “teolojik fırsat” olarak tanımlaması, Yeni Delhi’nin uzun vadeli ve çok katmanlı bir hesap yürüttüğünü ele veriyor. Bu, Hindistan’ın Afganistan sahnesinde yalnızca devletlerle değil, fikirlerle ve sembollerle de temas kurma arayışını yansıtıyor.
Hindistan’ın bu yeni yaklaşımı iki ana eksende şekilleniyor. İlki, Pakistan’ın Afganistan üzerindeki tarihsel nüfuzunu sınırlamak. İkincisi ise Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi aracılığıyla bölgeye yerleşen ekonomik gücünü dengelemek. Bu çerçevede İran’daki Çabahar Limanı, Hindistan için yalnızca bir ticaret kapısı değil, Pakistan’ı by-pass eden stratejik bir nefes borusu işlevi görüyor. Afganistan üzerinden Orta Asya’ya uzanan bu hat, Yeni Delhi’nin “Kuzeye Bakış” siyasetinin somutlaştığı bir güzergâh olarak önem kazanıyor.
Enerji jeopolitiği, bu stratejik dönüşümün bir başka belirleyici unsuru olarak öne çıkıyor. TAPI Doğalgaz Boru Hattı, Hindistan’ın enerji güvenliği açısından kritik bir damar niteliği taşıyor. Bu hattın güvenliği, Afganistan’daki istikrarın neden Hindistan için hayati bir mesele hâline geldiğini açıkça gösteriyor. Afganistan, bu noktada yalnızca bir güvenlik alanı değil, Hindistan’ın küresel bir aktör olma iddiasını besleyen ekonomik ve lojistik bir kavşak olarak anlam kazanıyor.
Bu tablo, ABD’nin 2021’de bölgeden çekilmesiyle oluşan boşluğun rastlantısal değil, bilinçli bir stratejik yeniden dizaynın parçası olarak değerlendirildiği yorumlarını güçlendiriyor. Washington’un, Çin’i doğrudan çevrelemekten ziyade onu Afganistan’ın karmaşık denklemine çekmeyi tercih ettiği yönündeki değerlendirmeler, Hindistan–Taliban yakınlaşmasını daha geniş bir jeopolitik planın parçası olarak okumaya imkân tanıyor.
Taliban yönetimi açısından bakıldığında ise tablo daha yalın ama daha kırılgan görünüyor. Uluslararası tanınma eksikliği, yaptırımlar ve ekonomik darboğaz, rejimi bölgesel aktörlerle düşük profilli fakat fiilî ilişkilere yöneltiyor. Hindistan, Çin, Rusya, İran ve Pakistan’la kurulan bu temaslar, Taliban’ın meşruiyet açığını kapatmıyor; fakat hayatta kalma alanını genişletiyor. Bu bağlamda Hindistan’ın attığı adımlar, yalnızca ikili ilişkileri değil, bölgesel güç dengelerini de yeniden şekillendiriyor.
Çin’in Ekonomik Aklı
Çin bu sahnede başka bir lisan konuşuyor. Ne tankların gölgesine sığınıyor ne de ideolojik nutuklara yaslanıyor. Pekin, sabırlı bir hesapla, coğrafyayı parça parça iktisadî bir haritaya dönüştürüyor. Afganistan ve Pakistan bu haritanın en kırılgan ama en kıymetli düğümleri arasında duruyor.
Çin’in bölgeye bakışı, klasik nüfuz siyasetinden ziyade uzun soluklu bir tertip mantığı taşıyor. Kuşak ve Yol Girişimi, bu tertibin ana omurgasını oluşturuyor. Afganistan bu çerçevede bir hedef olmaktan çok bir geçit, Pakistan ise Gwadar Limanı üzerinden küresel ticaretin kilit kapılarından biri hâline geliyor. Çin’in bu sessiz ve derin ilerleyişi, Washington’da da Moskova’da da dikkatle izleniyor. Zira oyun artık toprak kazanmakla değil, rakibi hata yapmaya zorlamakla şekilleniyor.
Taliban yönetimi uluslararası alanda büyük ölçüde dışlanırken, Çin bu boşlukta temkinli ama kararlı bir angajman geliştiriyor. Amu Derya petrol sahası, maden işletme anlaşmaları ve milyar doları aşan yatırım taahhütleri, Pekin’in Afganistan’ı uzun vadeli hesaplara dâhil ettiğini gösteriyor. Bu yatırımlar yalnızca ekonomik kazanç arayışına dayanmıyor; Çin, Afganistan’daki istikrarsızlığın kendi sınırlarına sirayet etmesini engellemek istiyor. Uygur bölgesine uzanabilecek radikalleşme ihtimali, Pekin’in zihninde daima diri duruyor.
Bu nedenle Çin, Taliban’la kurduğu ilişkiyi ideolojik bir yakınlık üzerinden değil, güvenlik ve çıkar dengesine dayalı bir pragmatizmle yürütüyor. Afganistan, Pekin için bir “ödül” olmaktan çok, kontrol altında tutulması gereken bir risk alanı olarak anlam kazanıyor. Aynı zamanda ülkenin lityum ve nadir toprak elementleri gibi stratejik kaynakları, Çin’in küresel üretim zincirindeki hassasiyetleriyle örtüşüyor. Enerji, teknoloji ve güvenlik bu noktada birbirine eklemleniyor.
Bu denklemde Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru, Kuşak ve Yol’un lokomotifi olarak öne çıkıyor. Doğu Türkistan’dan Gwadar’a uzanan bu hat, Çin’e Hint Okyanusu’na doğrudan erişim sağlarken, Malakka Boğazı’na olan bağımlılığı azaltıyor. Bu güzergâh, yalnızca ticari bir yol değil; aynı zamanda stratejik bir nefes borusu işlevi görüyor. Ne var ki bu hattın Keşmir üzerinden geçmesi, Hindistan’da ciddi bir huzursuzluk yaratıyor. Yeni Delhi, CPEC’i yalnızca ekonomik bir proje olarak değil, kendi egemenlik iddialarına yönelik dolaylı bir meydan okuma olarak okuyor.
Çin’in artan varlığı, Güney Asya’daki fay hatlarını daha da belirginleştiriyor. Afganistan sahasında Çin ile Hindistan zaman zaman rekabet ediyor, zaman zaman ise istikrar arzusunda örtüşen çıkarlar sergiliyor. Her iki aktör de Afganistan’ın bütünüyle çökmesinin bölgesel güvenlik için ağır sonuçlar doğuracağının farkında. Ancak bu ortak zemin, derin bir güvensizliği ortadan kaldırmaya yetmiyor; zira ekonomik nüfuz, bu coğrafyada her zaman siyasal bir anlam taşıyor.
Pakistan açısından tablo daha da karmaşık bir hâl alıyor. CPEC, başlangıçta ekonomik kurtuluş ve altyapı hamlesi olarak sunulurken, bugün daha sert bir gerçeklikle yüz yüze duruyor. Çin’in mali disiplin talebi ve şeffaflık baskısı, Pakistan askerî elitinin alışık olduğu esnek alanı daraltıyor. Buna karşılık ABD menşeli güvenlik ve finans destekleri, ordunun konfor alanını genişletiyor. Böylece Pakistan, iki büyük güç arasında egemenlik ilkesini pazarlık konusu hâline getiren bir denge siyaseti yürütmek zorunda kalıyor.
Afganistan ise bu büyük projelerin ortasında, tarihsel kaderine uygun biçimde bir baskı noktasına dönüşüyor. Uluslararası izolasyon, ekonomik çöküş ve siyasi tanınmazlık, Taliban yönetimini Çin, Pakistan, İran ve Rusya gibi bölgesel aktörlere bağımlı kılıyor. Her biri Afganistan’ı doğrudan sahiplenmekten kaçınıyor fakat hiçbiri bu coğrafyayı rakibine bırakmak da istemiyor. Afganistan böylece bir kez daha, güçlerin birbirini tarttığı bir güreş meydanı işlevi görüyor.
Çin’in yaklaşımını ayıran temel unsur, acele etmemesi oluyor. Ne rejim ihracı peşinde koşuyor ne de askerî angajmanı genişletiyor. Bunun yerine yollar inşa ediyor, limanlar derinleştiriyor, maden sahalarını işletiyor ve borç ilişkileri üzerinden kalıcı bağlar kuruyor. Bu yöntem, kısa vadede görünmez; fakat uzun vadede coğrafyanın yönünü tayin ediyor.
Jeopolitik Gözetleme Kulesi
Washington, 2021’deki çekilmenin ardından Afganistan’dan tümüyle vazgeçmiş görünmüyor; aksine, daha incelmiş ve dolaylı bir nüfuz biçimiyle geri dönüyor. Sert gücün yıpratıcı mirası yerine yumuşak güç enstrümanlarını devreye sokan ABD, Taliban’la kurduğu sınırlı ve ihtiyatlı temaslarla sahayı yeniden yokluyor. Katar üzerinden yürüyen görüşmeler, insani gerekçelerle yapılan temaslar ve karşılıklı “iyi niyet” vurguları, bu yeni dilin alametleri olarak beliriyor.
Bu temaslarda asıl düğüm noktası ise Bagram Hava Üssü etrafında düğümleniyor. Bagram, yalnızca bir askeri tesis değil; İran’a, Orta Asya’ya ve Pakistan içlerine uzanan jeopolitik bir gözetleme kulesi işlevi görüyor. Washington bu üssü yeniden erişilebilir kılarak bölgedeki stratejik manevra kabiliyetini artırmayı, Taliban ise diplomatik yalnızlığını gevşetmeyi umuyor.
Bagram’ın tarihsel hafızası da bu hesapları besliyor. Abbottabad operasyonunun buradan planlanmış olması, üssü bölgesel güvenlik mimarisinin sembolik bir merkezine dönüştürüyor. Bu nedenle Amerikan taleplerinin zamanlaması, bölgede eski korkuları ve yeni senaryoları tetikliyor; Pakistan’ın nükleer güvenliği etrafında dolaşan spekülasyonlar dahi bu atmosferin yan ürünleri olarak ortaya çıkıyor. Her ne kadar İslamabad bu tür iddiaları kesin bir dille reddetse de Afganistan merkezli her Amerikan hamlesi, Pakistan’da tarihsel bir tedirginliği uyandırıyor.
Tüm bu tablo, ABD’nin bölgedeki rolünün bittiğini değil, biçim değiştirdiğini gösteriyor. Washington artık doğrudan hâkim olmak yerine yönlendirmeyi, baskı kurmak yerine dengelemeyi, askeri varlık yerine stratejik belirsizlik üretmeyi tercih ediyor. Hindistan ve Pakistan’ı aynı anda elde tutmaya çalışan bu yaklaşım, kısa vadede esneklik sağlasa da uzun vadede çelişkileri derinleştiriyor. Afganistan ise bu büyük oyunun tam ortasında, kadim talihinin bir devamı olarak, yine başkalarının hesaplarında merkezi bir yer tutuyor.
Bugün Afganistan’a bakıldığında görünen manzara ne sadece bir iç kriz ne de basit bir vekâlet savaşı. Daha ziyade, güçlerin birbirini tarttığı, niyetlerin örtük kaldığı ve hamlelerin zamana yayıldığı uzun soluklu bir stratejik sinir savaşı yaşanıyor. Bu imtihanın sonucu, yalnızca Kabil’in değil; Yeni Delhi’den İslamabad’a, Washington’dan Pekin’e uzanan geniş bir coğrafyanın siyasal istikametini belirlemeye aday görünüyor.
Keşmir İhtilafı
Güney Asya’da bugün derin hafızalar, kapanmamış ihtilaflar ve süreklilik arz eden güvenlik riskleri sahneyi zorlaştırsa da, eşzamanlı olarak yeni iş birliği kanalları açılıyor; diplomasi, sert rekabetin gölgesinde dahi kendine yer bulmaya çalışıyor.
Ne var ki, bu umutlu tasavvurun önünde Afganistan’dan daha eski ve daha sert bir engel duruyor: Keşmir ihtilafı. Hindistan ile Pakistan arasındaki bu köklü anlaşmazlık, sıfır toplamlı bir rekabet mantığını besliyor ve transit geçişi siyasetin rehinesi hâline getiriyor. Bu yüzden son yıllarda geliştirilen ulaşım ve ticaret koridorları, Afganistan’ı ve karşı tarafı bypass eden güzergâhlara yöneliyor.
İyimser ihtimalde ise Afganistan, rekabetin değil iş birliğinin kavşağına dönüşüyor. Terörle mücadele, ekonomik kalkınma ve siyasal diyalog, ortak payda hâline geliyor. Bu dönüşüm, yalnızca demiryolları ve ticaret koridorlarıyla değil, tarihsel düşmanlıkları aşacak siyasi irade ile mümkün oluyor. Aksi durumda Afganistan, dış güçlerin hesaplarının kesiştiği kronik bir kriz alanı olarak kalıyor; bunun bedelini ise sadece Afgan halkı değil, enerji güvenliğinden bölgesel barışa kadar geniş bir alan ödüyor.
_____________________________________________________________________________________
https://mondediplo.com/maps/india-pakistan-afghanistan
https://www.thefridaytimes.com/17-Oct-2025/afghanistan-new-great-game-power-plays-turn-deadly
https://www.dawn.com/news/1905560
https://greatgameasia.bisr.by/the-great-game-2-0-central-and-south-asia/
https://raisinahouse.org/publications/f/great-game-20-afghanistan-pakistan-21st-century-geopolitics
https://countercurrents.org/2025/10/proxy-nation-pakistan-and-the-new-great-game/
https://link.springer.com/article/10.1134/S1019331625601999
https://www.asiasentinel.com/p/china-end-pakistan-afghanistan-conflict
https://gasam.org.tr/india-afghanistan-strategic-partnership-options-for-china-and-pakistan/
https://www.afintl.com/en/202505112563
https://eastasiaforum.org/2025/10/07/cpecs-afghan-push-poses-a-new-challenge-for-india/
https://thefederal.com/category/news/india-taliban-ties-china-pakistan-axis-afghanistan-211644
https://thediplomat.com/2021/11/china-snubs-india-backs-pakistan-in-dueling-afghanistan-meetings/
https://geopoliticalfutures.com/the-taliban-emirate-china-india-and-pakistan/
https://8am.media/eng/the-china-pakistan-and-taliban-triangle/
https://www.independent.co.uk/asia/south-asia/taliban-afghanistan-india-pakistan-china-b2756025.htmlhttps://www.thecitizen.in/in-depth/china-says-not-anti-india-but-continues-to-provoke-1143718
https://www.thinkchina.sg/politics/india-courts-taliban-has-china-taken-lead
https://thediplomat.com/2025/11/whats-behind-indias-political-rapprochement-with-the-taliban/
https://www.himalmag.com/politics/afghanistan-taliban-india-china-security
https://www.gatewayhouse.in/china-pak-taliban-iran-nexus/
https://www.ia-forum.org/Content/ViewInternal_Document.cfm?contenttype_id=5&ContentID=16106

Araştırmacı
1974'te Oltu'da doğdu. 1990'da Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'ne girdi. 1994'te DTCF Felsefe Bölümü'ne kaydoldu. Bu iki fakülteyi yarım bırakarak 2004'te İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Edebiyat dünyasına 90'ların başında şiirle girdi. İlk kaleme aldığı şiirler Kayıtlar Dergis... [Profili gör]

Hilmi Demir
30/09/2025

Özcan Güngör
08/09/2025

Emre Gürbüz
01/08/2025

Abdullah Denikul
14/07/2025

Oğuz Demir
19/03/2025